YARATILMIŞLARIN EN ŞEREFLİSİ, KÂİNATIN HÜLÂSASI; İNSAN

Hazret-i Allah'ın Nuru Âlemlerin Gurur ve Sürûru Olan Muhammed Aleyhisselâm:

Cenâb-ı Hakk'ın kudret eli ile yokluk karanlığından açığa çıkardığı ilk şey Muhammed Aleyhisselâm'ın nuru idi. Cemal nurundan en evvelâ onun nurunu yarattı.

Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Allah'ın yarattığı şeylerin ilki, benim nurumdur." (K. Hafâ. 1, 309, 311)

Daha sonra onun nurundan âlemleri halketti, bütün mükevvenatı da onun nuru ile donattı.

Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenlerinden Câbir -radiyallahu anh- Hazretleri: "Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ en evvelâ neyi halketti?" diye sorduğunda, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Allah-u Teâlâ'nın her şeyden evvel peygamberleri olan Muhammed Aleyhisselâm'ın nurunu kendi nurundan yarattığını, âlemleri yaratmayı murad edince, o nuru dört parçaya ayırdığını, o parçalardan da neleri yarattığını bir bir haber vermiştir. (El-Mevâhibü'l-ledûniyye)

Âyet-i kerime'de:

"Allah'tan size bir nur gelmiştir." buyuruluyor. (Mâide: 15)

Onun aslı nurdur, o nuru kimse bilemiyor.

Bu öyle bir nurdur ki, Allah-u Teâlâ'nın nurudur, bütün âlemlerin gurur ve sürûrudur. Nurundan nurunu yaratmasa idi, âlemler nurunu nereden alırdı, Hakk ve hakikati nasıl bulurdu?

İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların olduğu gibi bütün yaratılmışların en mükerremidir. Niçin? Allah-u Teâlâ'nın nuru olduğu için. İşte bunun içindir ki onu anlamak ve idrak etmek bir beşer için mümkün değildir.

"Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tîn: 4)

Aslında bu hitab-ı ilâhiye mazhar olan ve Âyet-i kerime mucibince en güzel bir biçimde yaratıldığı belirtilen insan da yine odur.

Nurundan nurunu yarattığı, o nurdan mükevvenâtı donattığı için; nurun hülâsasını, hakikatın hülâsasını, bütün güzelliklerin hülâsasını Allah-u Teâlâ ona koymuştur. Yalnız insan değil, kâinattaki, âlemlerdeki bütün güzellikler ondan geliyor.

Aslı nurdur, görünüşü beşerdir. Öyle bir benî âdem ki;

"Andolsun ki biz âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." (İsrâ: 70)

Âyet-i kerime'sindeki mükerrem insan hitabının mazharı da yine odur. İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların en mükerremidir.

Ruhlar âleminde "Elest bezmi"nde ilk defa ahid ve misakı alınan ve:

"Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" (A'râf: 172)

Hitâb-ı izzet'ine ilk cevap veren odur. Âlem-i şehâdet'te son peygamber, âlem-i misal'de ilk peygamberdir.

Hadis-i şerif'lerinde bu hakikati beyan buyurmuşlardır:

"Âdem ruh ile ceset arasında iken ben peygamberdim." (Ahmed bin Hanbel)

Allah-u Teâlâ kendi nurundan ilk olarak onu yaratmış ve peygamber olarak halketmiştir.

Yani Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurunu yarattığı zaman henüz Âdem Aleyhisselâm yaratılmamıştı. O su ile toprak arasında iken peygamberdi.

Allah-u Teâlâ'nın kendi nurundan ilk olarak yarattığı varlık odur. Resulullah Aleyhisselâm'ın o zamanın peygamberi olduğu, peygamber olarak halkedildiği beyan ediliyor.

"Ben yaratılış bakımından peygamberlerin ilki olduğum halde, onların hepsinden sonra gönderildim."

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Allah-u Teâlâ'nın nuru olduğu gibi aynı zamanda ruhudur.

Allah-u Teâlâ kendi ruhundan ona ruh verdi, o ruhtan bütün ruhları yarattı, o ruhtan bütün âlemlere hayat veriyor. O ebu'l-ervah'tır, bütün ruhların babasıdır.

İlk ona kendi ruhundan üfledi ve onu "Ebu'l-ervâh", "Ruhların babası" yaptı. Hazret-i Allah kendi ruhundan ona ruh verdi. O ruhtan bütün ruhları yarattı. Bir insanın cesedi var, fakat ruhu olmazsa yaşayabilir mi? Yaşayamaz.

Hem "Ebu'l-ervâh"tır, hem "Rahmeten lil-âlemîn"dir, hem "Sebeb-i mevcûdat"tır. Bunun içindir ki bütün Peygamber Efendilerimiz, bütün melekler, bütün yaratılmışlar o evin misafiri makamındadırlar. Niçin? O'nun nurundan yaratıldığı için, O'nun ruhundan nefes alıp verdiği için.

"Yâsin! = Ey insan! Hülasâ-i insan!" (Yâsin: 1)

Hitabının muhatabı Muhammed Aleyhisselâm'dır. Hazret-i Allah'ın, Resulullah Aleyhisselâm'a ilk hitab-ı ilâhisi bu olmuştur.

Allah-u Teâlâ kendi lütfu ve keremi olarak ona:

"Yâsin! = Ey insan!" diye hitap etmiştir. Niçin? Onu dünyaya göndereceği için, insân-ı kâmil, hülasâ-i insan o olduğu için.

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini:

"Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)

Âyet-i kerime'sine muhatap yapmış, "Rahmeten lil-âlemîn" kılmış, onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Onun nuru âlemleri ihâta etmiştir.

Allah-u Teâlâ'nın onu yaratması en büyük nimettir. O olmasaydı, sen de olmayacaktın, kâinat da olmayacaktı, hiçbir şey olmayacaktı. Yani kâinattan onu yaratmadı, ondan kâinatı yarattı.

Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, Yaratan böyle yapmış onu.

Bunun içindir ki âlemdeki her zerre nasibini ondan alıyor. Ay da, güneş de, yer de, gök de, her şey o nurdan alıyor. Nereye baksan o nur. Ona verdiğinden ötürü kâinat onun nuruna muhtaçtır. Çünkü Allah-u Teâlâ kendi nurundan onun nurunu yarattı, o nurdan da âlemleri donattı.

Onun varlığı bütün varlıklara bir rahmettir.

Bir Âyet-i kerime'de de:

"O sizden iman edenler için bir rahmettir." buyuruluyor. (Tevbe: 61)

Kim bu rahmeti kabul eder ve bu nimete şükrederse; dünya saâdetine, ahiret selâmetine erer.

Kâinat o nurdan yaratıldığı için, âlemler rahmeti ondan almıştır. Allah-u Teâlâ nurundan nurunu yarattığı için, o "Nur"dan da mükevvenâtı donattığı için, o noktada "Rahmeten lil-âlemîn" olmuş, âlemlere hayat veren kaynak olmuş, aynı zamanda "Sebeb-i mevcûdat" olmuştur.

O: "Asluhu nur, cismuhu Âdem"dir. Âlemlere rahmet oluşu nurundan ötürüdür.

Çünkü nurundan nurunu yarattı, o nurdan da bütün kâinatı donattı. Onu yaratmasaydı, mükevvenât da olmayacaktı. Demek ki o eflâktan dağil, eflâk onun nurundan yaratılmıştır.

O bütün mevcudatın çekirdeği ve mayasıdır, hakikatin özüdür. İşte bunun içindir ki beşeriyetin onu idrak etmesi mümkün değildir.

Allah-u Teâlâ o nur ile âlemlere hayat verdi ve donattı. Âlemlerin hayatı, Allah-u Teâlâ'nın ona verdiği nur ile kâimdir.

O Allah-u Teâlâ'ya ulaştırmak için tek bir rehberdir. Eğer o lütuflar olmasaydı, beşeriyet hiç şüphesiz ki dalâlette ve karanlıkta kalırdı. Onun yüzü suyu hürmetine bütün bu faziletlerden insanoğlu da istifade ediyor.

Hadis-i kudsî'de beyan buyurulduğu üzere Allah-u Teâlâ onun hakkında:

"Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım." buyurdu. (K. Hafâ)

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin Sebeb-i mevcûdat, yani varlıkların yaratılış sebebi olduğunu beyan buyurdu ve beşeriyete duyurdu.

Bu "Nur"un sayesinde âlemlere rahmet ve hayat veriyor. Âlemlerin hayat bulması o nur sayesindedir. Çünkü onu âlemlere rahmet için yaratmıştır. O bir hayat kaynağıdır, hayatı ondan fışkırttı.

Allah-u Teâlâ mükevvenatı onun mübarek nurundan vücuda getirdi. Mübarek ruhu ise mükevvenatın aslıdır.

Kâinat bir resimden ibarettir. Hazret-i Allah can, kâinat ise ceset mesabesindedir.

Mümin bir kimseye mânevî olarak ne verilmişse onun vasıtasıyla verilmiştir. Oradan o hayat suyu gelmedikçe hiç kimse iman etmiş olmaz. O mânevî hayat kaynağından hayat suyu gelmedikçe hiç kimsede mânevî hayat bulunmaz. İlâhî feyz de iman şerefiyle müşerref olan müminlere ancak ve ancak Allah-u Teâlâ'nın Aziz'i, Halil'i ve Nur'u olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den gelir.