Karadeniz'in incisi Sinop
Kurtuluş Savaşında Sinop
SİNOP ŞEHRİNİN BAŞINDA DÖNENLER
Fikirler,
cebir ve şiddetle top ve tüfekle asla
öldürülemez.
Mustafa KEMAL
4
Ağustos 1919 günü Samsun'dan gelip İstanbul'a
giden yolcu vapurundan bir Türk polis memuriy1e bir adam
çıktı. Polis, bu adamın muhafızıydı.
Yanındaki adamı alıp Sinop hükümet
konağına götürdü. Mutasarrıf
dairesinde oturmuş, kimi evrakları gözden
geçiriyor, bir yandan da Karadenizin koyu mavi yaz suyu
üzerinde gözlerini gezdirerek serinlemeğe
çalışıyordu. Gözleri, hem ferahlamak
istiyor hem de denizi kendi gölleri durumuna getiren düşman
savaş gemilerinin külrengi silüetlerini
araştırıyordu. Onlardan biri ya da birkaçı
Sinop'a yakın sulardan geçerken her zaman yüreği
hop ediyordu. Onun da Mustafa Kemal'in kocaman altın
meşalesinden yaktığı küçük
bir meşalesi vardı. Mustafa Kemal, karargah arkadaşları
ile Bandırma vapurunda İstanbul'dan Samsun'a giderken
Sinop'a yeni atanmış olan bu genç ve iyi yürekli
Sinop mutasarrıfına da rastlamıştı.
Mustafa Kemal, bu genç adamda bir Hürriyet ve itilafçı
tipi bulmuş, İstanbul'dan Sinop'a dek üzerinde
işleye-işleye onu ihtilalci aydınlardan biri olarak
yetiştirmişti. İstanbul'dan bir hürriyet ve
İtilaf partili olarak çıkan Mazhar Tevfik bey,
Sinop'a bir Kuvayı milliyeci olarak ayak basmıştı.
İşte, onun biraz böyle olduğu Sinop'ta
bilindiğinden her gelen ve Sinop limanına demirleyen
gemiden bir kötü haber bekliyordu. Onu daha çok
ürküten gemiler, İstanbul'dan gelenlerdi. Bütün
kötü haberlerin kaynağı orasıydı.
Bütün taun mikropları, Anadolu'nun temiz ve saf
havasına ordan yayılıyordu. Evet, sanki İstanbul'
da mikrop fabrikaları vardı ve bunlar, durup dinlenmeden
bir avuç toprağa sıkışıp kalmış
olan birkaç milyon Türk'ü yok etmek için
harıl harıl mikrop üretiyor ve bu umutsuz ülkenin
içine salıyorlardı. Mazhar Tevfik beyle pek çok
Sinoplu'yu hergün titreten kötü haberler birbiri
arkasından gelip duruyor, millet, ölüm saatini
bekleyen bir idam mahkumu gibi durmaksızın yaklaşan
uğursuz ayak seslerini dinliyordu. Mustafa Kemal'in yeni
çömezi Mazhar Tevfik bey, karaya ayak basan her
yabancıyı hemen seçtiği gibi vapurdan inip
hükümet dairesine doğru yürüyen resmi
Türk Polisiyle yanındaki Orta yaşlı, aydın
yüzlü adamı da görmüş, odasının
kapısını çalmalarını bekliyordu.
En sonra kapı çalındı, ilk önce polis,
sonra. yanındaki adam, içeri girdi. Mazhar Tevfik bey,
zayıf yüzünün ortasındaki zeki gözleriyle
her ikisini de süzdü. Polis, ilerleyerek elindeki evrakı
genç mutasarrıfa uzattı. O evrakı incelemeğe
başlamadan polisin getirdiği adam, mutasarrıfın
bürosunun önüne dek geldi ve hikayesini kısaca
şöyle anlattı:
- Mutasarrıf beyefendi,
ben eski Samsun mebusu Osman'ım! Samsun Rum metropolitinin
isteği ile İngilizler beni yakaladılar ve Malta
zından1arına göndermek üzere yola çıkardılar.
Hamiyet ve milliyet namına beni himaye ediniz ve beni
Malta'ya göndertmeyiniz. Bu, sizin elinizdedir, mutasarrıf
beyefendi.
Mazhar Tevfik, buna çok üzüldü.
Hemen Osman beyle polise oturmaları için yer gösterdi
.Adam salarak Belediye başkanı Rasim, Hürriyet ve
İtilaf partisi başkanı Akif, Ticaret Odası
Başkanı Şükrü, askerlik Şubesi
Başkanı Binbaşı Şevket beyleri çağırttı.
Hepsi gelip oturduktan sonra Osman beyi onlarla tanıştırdı
ve üzücü hikayesini anlattı Ayrı-ayrı
hepsine danıştı:
- Sizin vereceğiniz
karara bağlı bu, dedi. Osman beyi İngilizlere
vermemek ve vapura göndermemek sizin hamiyet, milliyet ve
insanlığınıza bağlı. Aydın bir
Türk çocuğunu göz göre arslanın
ağzına mı atacağız? Yarın, bunun
hepimizin başına gelmeyeceğini kim
söyleyebilir?
Genç mutasarrıfın
odasında toplanan bu iyi yürekli insanlar eski Samsun
mebusunu geri vermemek için direnmeğe karar verdiler.
Nedir ki İngilizleri kızdırmamak için de
bunu bir "hilei şeriyeye" bağlamak
gerektiğinde karar kıldılar. Güzel bir dek
gelişle o günlerde sağlık kurumlarını
denetlemek için Kastamonu Sağlık Müdürü
Ferruh Niyazi Sinop'ta bulunuyordu. Şer'i bir hileyle yolu
arayan bu iyi insanlar, Ferruh Niyazi beyin de düşüncesini
sordular:
- Osman beyin bu tehlikeyi atlatması için
bir tek çare vardır, o da doktor raporudur! Bunun için
de hükümet tabibi Kenan beyden "dört başı
mamur" bir rapor alıp bana getirirseniz, ben de
İmzaladıktan sonra hükümete verirsiniz!
Dedi.
Osman bey, bunun üzerine hükumet doktorundan güzel
bir rapor aldı ve rapor Sağlık Müdürünce
imzalanarak mutasarrıf Mazhar Tevfik beyin masasının
üzerine geldi. Mazhar Tevfik bey, Osman beyin vapurla
İstanbul'a gidemeyeceğini, gittiğinde diriminin
tehlikeye gireceğini, bu rapora dayanarak bildirdi. Görevli
polis, bu evrakı alıp Osman beyi Sinop'ta bırakarak
Samsun'a döndü.
Mazhar Tevfik bey, bu olayı
Mustafa Kemal paşa ile birlikte Dahiliye Nezaretine ve
Kastamonu Vali vekiline de bildirdi. Samsun mutasarrıfı
Hamit beyden de durumu sordu. Nedir ki mutasarrıf orda yoktu.
Onun için ordan bir ses çıkmadı. Dahiliye
Nazırı Adil bey, gönderdiği şifrede anlam
olarak şöyle diyordu:
- Bu gibi işlere
kanşmayınız ve Osman beyi hemen mahfuzen İstanbul'a
doğru yola çıkarınız.
Kastamonu
Vali Vekili de bu anlamda bir emir gönderdi. Sonradan Samsun
hükümet konağına gelip
Mazhar Tevfik
beyin şifresini okuyan Samsun mutasarrıfı Hamit bey
şöyle karşılık verdi:
-
Vatanperverleri imhaya matuf bir harekettir. Benim Samsun'da
bulunmayışımdan bilistifade yapılmıştır.
Mümkün olan muavenet ve müzahereti esirgemeyiniz.
Mustafa Kemal'den bir karşılık gelmeyişine
genç mutasarrıf çok üzüldü.
Iki
gün sonra Dahiliye Nezareti müdürlerinden Münir
bey, yanında Samsun İngiliz temsilcisi Rum asıllı
yedek yüzbaşı Solter ve bir Ermeni tercüman
olarak, Sinop hükümet konağının
kapısından içeri girdi. O aralık genç
mutasarrıf yerinde olmadığından tahrirat
müdürleri odasına girip oturarak mektupçu
Hüseyin Hilmi beyi çağırttılar.
Bir
İngiliz ganbotunun limana demir attığını
gören Tevfik bey hemen bir tehlike sezin1eyerek sıvışmıştı.
Ermeni Tercüman Yüzbaşı Solter'in ilk sorusunu
Hüseyin Hilmi beye şöylece sordu:
- Osman bey
nerede?
Mazhar Tevfik bey, böyle bir sonuç
beklediğinden mektupçu ile anlaşmış, ne
biçim karşılık verileceğini
kararlaştırmıştı. Direktifi yerine
getirmekte hiç duraksamadı:
- Bilmiyorum ve
tanımıyorum.
Solter, çekilmiş
şifrelerin müsveddelerini istedi. Mektupçu:
-
Şifreler mutasarrıftadır; bende yoktur! Dedi.
Yüzbaşı Solter adamakıllı kızdı:
-
Şimdi çağırtınız mutasarrıfı!
Diye bağırdı.
- Mutasarrıf, köylere
teftişe çıkmıştı. Şimdi,
hangi köyde olduğunu bilmiyorum.
Solter küplere
binmişti. Bir yandan da Hüseyin Hilmi beyin sözlerini
taklit etmeğe çalışarak:
- Bilmam..
Bilmam!
Diye kekeledi, öfkeli bir alayla örtülen
yüzü, öfkesinin yapmacık olduğunu
gösteriyordu.
Yüzbaşı Solter,
Mektupçuyu dışarı bırakmayarak polis
komiseriyle karantina memuru Mustafa efendiyi çağırttı.
Onlar da :
- Osman beyi bilmiyoruz. Görmedik!
Deyince
Solter, bu kez gerçekten öfkelendi. Bütün bu
memurlardaki ağız birliğini sezmişti. '
Yeni
gelenleri sorguya çekerken mektupçu, tahrirat
kalemine açılan ufak pencereden arkadaşlarına
çabucak fısıldadı:
Osman beyi
arıyorlar; haber verin iyi ki bunu fısıldamıştı.
Osman bey, başında dönen büyük tehlikeden
habersiz kahvede oturmuş, çay içiyordu. Haberi
alanlardan biri hemen kahveye koştu, durumu anlattı.
Bunun üzerine yanında oturan Hürriyet ve İtilaf
partisi başkanı Akif bey, Osman beyi elinden yakaladığı
gibi kendi evine götürdü.
Mektupçu
Hüseyin Hilmi beyle polis komiseri ve Karantina memuru hala
yüzbaşının karşısında sorulan
sorulara kaçamak karşılık vermeğe
çalışırken bir Ermeni yurttaş koşarak
soluk soluğa geldi:
- Osman bey şimdi kahveden;
kalkarak Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı
Akif beyin evine girdi. Kahvede de bir, gözcü
bıraktılar!
Dedi. Bu gammazlamayı küçük
tahrirat kalemi penceresinden dinleyen arkadaşlardan biri,
yine koşarak Akif beyin evine haber götürdü.
Polisler, Ermeni muhbiri önlerine katarak Akif beyin evine
gittiler. Her yanı aradılar. Kimseyi bulamadılar.
Akif
beyin ev halkı espiyonun hünerini işitince hemen
Osman beye bir kara çarşaf giydirmişler ve onu
kadın kılığında yandaki komşu eve
aşırmışlardı.
İngiliz yedek
yüzbaşısı Solter, artık oyunu adamakıllı
anlamıştı. Bu sık saflar arasından Osman
beyi söküp alamayacağı belliydi. Elinde de
zorlayıcı bir güç yoktu. Nedir ki yine de
zarar yapabilecek durumdaydı. Münir bey ,işi
çözümlemeğe kararlı, mektupçuyu
alarak odadan çıktı:
- Azizim, dedi,
vaziyet çok fena; hepimizi tevkif etmek istiyorlar. Beni
gizlice mutasarrıfla görüştür. İşi
idare etmeğe çalışalım. Münir bey,
İngilizleri alıp sonradan Rıza Nur Kitaplığı
olan eski Rus konsoloshanesine götürdü. Hüseyin
Hilmi bey, Mazhar Tevfik beyi saklandığı yerde
telefonla buldu ve olup bitenleri olduğu gibi anlattı.
Mutasarrıf, yine gizliden Münir beyle görüştü.
Bir karara varmışlardı. Öğleden sonra
bürosunda İngiliz1erle görüştü.
Yüzbaşı Solter'in de başı derde girmişti.
Bu kuvayı milliyecilerin elinden adam alınamayacağını
anlamıştı. Mutasarrıf, Osman beyin hastalığı
geçince onu göndereceğini bildiren bir kağıt
İmzalayarak yüzbaşıya verdi. Ona bu da
yeterdi. O da bu kağıtla daha üst kumandanlığa
karşı kendini koruyacak bir kalkan ele geçirmişti.
Kağıdı, Osman bey yerine, cebine indiren yüzbaşı
Solter görevini yapmış ve sözünü
geçirmiş olduğundan ak giynekli ve silahlı
deniz askerlerinin önünden yürüyerek küI
rengi dumanlar püsküren ve parmaklıklarına
dayanmış meraklı deniz askerlerinin ve subaylarının
başları dizilmiş küçük Ganbota
bindi. Küçük savaş gemisi, kıçında
büyük bir İngiliz bayrağı dalgalanarak
Samsun'a doğru İlerlemeğe başladı.
Mazhar
Tevfik bey, bir kez daha Osman beyi kurtar dığı
için seviniyordu. Pek iyi tanıdığı bu
ganbotun limana demir attığını ve içinden
bir manga silah-endazla bir İngiliz subayının
çıktığını gören Mazhar Tevfik
bey, hemen, görevi Mektupçuya bırakarak belli bir
yere saklanmak için savuşmuştu. Ancak böylece
onları savsaklayabilir, zaman kazanabilir, bir tedbir
düşünebilirdi.
Mazhar Tevfik bey ve
arkadaşlarının sabırsızlık ve üzüntü
ile bekledikIeri Mustafa Kemal'in şifresi en sonra 15
Ağustosta gelebilmişti. Şifre şu
anlamdaydı:
- Osman bey üstüne gönderdiğiniz
uzun telgrafınız buraya tam dokuz günde gelebildi.
Mutasarrıf Hamit beyin 8 Ağustos 1919 tarihli "cevabı"
şifresi burada hiç çözümlenemedi.
İsmail Hakkı beyin buna uygun davranışı
üzerinde gereken işlem yapılmak üzere 3.
Kolordu Kumandanı ile Samsun Mutasarrıfı Hamit beye
Kazım paşa hazretlerine önemle yazılmıştır.
Serüven gerçekten üzücüdür.
Göstermiş olduğunuz milli yiğitlik ve sevgi
şükrana değer. Osman beyin İstanbul'a gitmesi
hiç doğru değildir. Kendileri benimle buluşmak
üzere hemen Sivas'a yola çıkmalıdır.
Biz de bir kaç güne dek oraya yollanacağız.
20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat paşa hazretleriyle her
zaman ilişki sürdürülmesi ve onun
direktiflerine göre davranılması rica olunur.
Mevkiinden düşmek, yurtseverler için hiç
sözü edilecek bir şey değildir, Her ne zaman
zorunluk karşısında kalınırsa milletin
kucağı fedakar çocuklarına açıktır.
Durumu, gecikmeden bildirmenizi diler, size başarılar
dilerim. Bu telgrafı alıp a1madığınızı
bildirmenizi rica ederim.
Mustafa Kemal
Mustafa
Kemal'den Sinop'a gelen bu telgraf, en başta Mutasarrıf
Mazhar Tevfik olmak üzere eski Samsun mebusu Osman beyle
bütün onu kurtarmağa çalışan
yurtsever arkadaşları çok sevindirdi. Onun emrine
uyarak hemen, Osman beyi Karadan Sivas'a göndermek üzere
davrandılar. O ara Samsun'dan gelip İstanbula giderken
Sinop limanına uğrayan Amasya vapuru, İngilizlere
yeni bir oyun oynamak için genç mutasarrıf ve
arkadaşlarına yeni bir düşünce verdi.
Sözde Osman bey, Şükrü efendi adlı polis
muhafıziyle bu va- pura binmiş olacak, bindiğini
bildiren bir telgraf da hemen Dahiliye Nezaretine çekilecekli.
Vapur İstanbul'a vardığında elbette içinden
ne Osman bey, ne de muhafızı çıkacaktı.
İşte, Amasya vapurunun kaptanı da onların
Sinop'ta gemisine bindiklerine ve Zonguldak'ta karaya çıkıp
bir daha geri dönmediklerine tanıklık
edecekti.
Kaptanla bu yolda anlaşan Mahzar Tevfik bey
ve arkadaşları, sessizce Osman beyi yola çıkarmağa
hazırlandılar .
Tam gece yarısı,
el-ayak çekilip te sokaklarda kedilerden, köpeklerden,
bir de dost pazvantlardan başka kimse kalmayınca Osman
beyle polis Şükrü efendi birer kiralık ata
bindirilerek uğurlandılar. Bulutsuz, apak bir gökyüzünde
yusyuvarlak bir ay, sık ağaçlıklar, bağlar,
bahçeler arasındaki ince toprak yolları
aydınlatıyor, Mustafa Kemal'in üzgün yolcusunu
yüreklendiriyor ve hülyalandırıyordu. Onu
yolcu eden Mazhar Tevfik bey, Binbaşı Şevket bey,
Belediye başkanı Rasim bey, Hürriyet ve İltifak
partisi başkanı Akif bey, Ticaret Odası Başkanı
Şükrü bey, parmaksızzade İsmail bey ve
Mektupçu Hüseyin Hi1mi bey, yeni hürriyet güneşi
Mustafa Kemal'e doğru yola çıkan yolcunun elini
sıkıp paşaya çok selam söylemesini de
sabık verdikten sonra ev 1erine dağıldılar.
Eski Samsun mebusu Osman bey, gitmiş, ardında gözleri
Mustafa Kemal'e dönük ve birbirine yeni bir ideal için
kenetlenmiş bir avuç yürek bırakmıştı.
Mazhar
Tevfik bey, ertesi sabah, İstanbul'a Samsun' daki İngiliz
temsilciliğine, Ali Fuat Paşaya ve Mustafa Kemal'e yalan
ve doğru dört şifre telledi ve ,bu kez giderken
Sinop limanına uğrayan Amasya vapuru, İngilizlere
yeni bir oyun oynamak için genç mutasarrıf ve
arkadaşlarına yeni bir düşünce verdi.
Sözde Osman bey, Şükrü efendi adlı polis
muhafıziyle bu va- pura binmiş olacak, bindiğini
bildiren bir telgraf da hemen
Dahiliye Nezaretine çekilecekli.
Vapur İstanbul'a vardığında elbette içinden
ne Osman bey, ne de muhafızı çıkacaktı.
İşte, Amasya vapurunun kaptanı da onların
Sinop'ta gemisine bindiklerine ve Zonguldak'ta karaya çıkıp
bir daha geri dönmediklerine tanıklık
edecekti.
Kaptanla bu yolda anlaşan Mahzar Tevfik bey
ve arkadaşları, sessizce Osman beyi yola çıkarmağa
hazırlandılar .
Tam gece yarısı,
el-ayak çekilip te sokaklarda kedilerden, köpeklerden,
bir de dost pazvantlardan başka kimse kalmayınca Osman
beyle polis Şükrü efendi birer kiralık ata
bindirilerek uğurlandılar. Bulutsuz, apak bir gökyüzünde
yusyuvarlak bir ay, sık ağaçlıklar, bağlar,
bahçeler arasındaki ince toprak yolları
aydınlatıyor, Mustafa Kemal'in üzgün yolcusunu
yüreklendiriyor ve hülyalandırıyordu.
Onu
yolcu eden Mazhar Tevfik bey, Binbaşı Şevket
bey,
Belediye başkanı Rasim bey, Hürriyet ve İltifak
partisi başkanı Akif bey, Ticaret Odası Başkanı
Şükrü bey, parmaksızzade İsmail bey ve
Mektupçu Hüseyin Hi1mi bey, yeni hürriyet güneşi
Mustafa Kemal'e doğru yola çıkan yolcunun elini
sıkıp paşaya çok selam söylemesini de
sabık verdikten sonra ev 1erine dağıldılar.
Eski Samsun mebusu Osman bey, gitmiş, ardında gözleri
Mustafa Kemal'e dönük ve birbirine yeni bir ideal için
kenetlenmiş bir avuç yürek bırakmıştı.
Mazhar
Tevfik bey, ertesi sabah, İstanbul'a Samsun' daki İngiliz
temsilciliğine, Ali Fuat Paşaya ve Mustafa Kemal'e yalan
ve doğru dört şifre telledi ve ,bu kez gibi bir
bomba patlayacağını serinkanlılıkla
beklemeğe başladı.
Mustafa Kemal'den 27
Ağustos tarihli bir şifre geldi. Mazhar Tevfik bey
yurtseverce işinden dolayı kutluyor ve Sivasa genel
kongreye üç Sinop delegesi göndermesini
istiyordu.
Üç gün sonra Ali Fuat paşadan
gelen şifre daha uzundu ve genç mutasarrıf için
övgülerle dolu olduğu gibi Kuvayı Milliyenin
güçlenmekte olduğu ve daha da
güçlenmesi
gerektiği üzerinde bilgiler
veriyor, güzel şeyler söylüyordu.
Henüz
İstanbul'dan ve Samsun'dan beklenen olumsuz ve tehlikeli ses
çıkmamıştı. Geciktiğine göre
epeyce yüksek takatta bir patlayış olacağı
anlaşılıyordu.
7 Eylül 1919 günü
Sinop limanına iki Amerikan savaş gemisi yanaştı.
Gürültü ile demir attılar. Bunlardan
birisinden iki İngiliz subayı ve üç silahlı
denieri bir motora binerek karaya çıktılar. Bu
subaylardan biri Samsun Ingiliz temsilcisi Rum Milli yedek
yüzbaşısı Solter' di. Silahlı üç
deniz askerinden birinin elinde katlanmış kocaman bir
İngiliz bayrağı bulunuyordu. Yüzbaşı
Solter, askerlerin başında doğruca eski Rus
konsoloshanesine gitti. Askerlere, savaş sırasında
yarısı sağlam kalan bayrak direğine İngiliz
bayrağını çektirdi. İngiliz bayrağı,
Karadenizden esen serin rüzgarla dalgalanmağa başladı.
Mustafa Kemal, henüz Havza'dayken Amasya Saat Kulesine
İngiliz bayrağı çeken ve halkın
kendisini linç etmesinden korkup kaçan bu yüzbaşı,
aylardan sonra, içindeki bir komplekse çıkış
noktası arayarak Sinop'a da İngiliz bayrağı
astırarak otorite kurmak istiyordu.
Amerikan Savaş
gemilerinden inen yalnız bunlar değildi. Ayrı bir
motor karaya birkaç Amerikalı da çıkardı.
bunlar albay Boer ile maiyetiydi. Solter'le adamları, Rus
konsoloshanesine kapanıp kaldıkları halde Amerikalı
deniz Albayı doğruca hükümet konağına
gittiler ve bürosunda genç mutasarıfı
ziyaret ettiler. Mazhar Tevfik bey, konuklarına kahve ve çay
ikram etti. Oturup havadan-sudan konuştular. Konuklar kalkıp
giderken Mazhar Tevfik beyi de gemileri ziyarete çağırdılar.
Muta- sarrıfın içinden kötü kuşkular
geçti. Böyle düzenbazlıkla yakalanmak,
"belkisi" kafasından birçok kez geldi geçti.
Yine de Amerikalıların bu kahpeliği yapmayacakları
üzerinde bir kanı ,onu konukların yanı sıra
savaş gemilerine sürükledi. Onlar da genç
mutasarrıfa soğuk içecekler ikram ettiler, onu
ağırlayarak yine motora bindirip kıyıya
bıraktılar. Amerikan mandası propagandası
İngiliz mandası propagandasının dolu dizgin
yarış ettiği Türkiye'de yüzbaşı
Solter elbette bu davranışlariyle okkanın altına
gitmişti..
İkindi üstü, Karadenizi
yalayarak gelen tatlı bir poy raz, Amerikan savaş
gemilerinde ça1mağa başlayan bandonun coşkun
ve hoppa havalarını kıyıya sürüklemeğe
başladı. Gemiler, kalkmak üzereydiler. Sinop halkı
da deniz kıyısına dökülmüş, hem
Amerikan savaş gemilerini seyrediyor, hem de mızıka
dinliyordu. Mutasarrıf Mazhar Tevfik, Binbaşı
Şevket, Belediye Başkanı Rasim, Hürriyet ve
İtilaf Partisi Başkanı Akif bey de kayıkla
limanda dolaşıyor ve bandonun çaldığı
güzel havaları dinliyorlardı.
Gemiler, demir
alıp ağır-ağır suları yarmağa
başladı. Sonra kayalığı dönüp
gözden Irak oldular, arkadaşları ile, kayıktan
iskeleye çıktığında mutasarrıfın
eline bir zarf tutuşturdular. Mazhar Tevfik bey, zarfı
büyük bir ilgiyle açtı, yer gibi okudu,
bütün keyfi kaçtı. Gözleriyle ne
yazdığını soran arkadaşlarına
mektubun içindekileri özetledi :
- Bugün
gelen İngiliz mümessili yazıyor, dedi, "bizim
geldiğimizi duymadınız mı? Niçin bizi
gelip ziyaret etmediniz? Hep Amerikalıların peşinde
dolaştınız. Şimdi, gel, beni ziyaret et"
diye emir veriyor.
İngiliz temsilcisi burda haksızdı.
İlkin nezaket ziyaretini onun yapması gerekti. Bu
protokolu bilerek çiğneven İngiliz subayının
bir hadise çıkarmak istediği anlaşılıyordu.
Bu, Rus konsolosluğuna hışımIa İngiliz
bayrağını çekmesinden de belliydi. Mazhar
Tevfik bey, temsilcinin mektubuna Fransızca birkaç
satırIa karşılık verdi: "Hoşgeldiniz!"
dedi. Ayrıca bir istekleri olup olmadığını
da sordu.
8 Eylül 1919 kurban bayramı sabahı
Sinop şehri karıştı. Olay şöyle
başladı: bütün sokaklarda alaca-bulaca entari
ve giyneklerini giymiş çocuklar dolaşıyor,
büyükler birbirlerini kutlamak için sokağa
ilk adımlarını atıyorlardı. VarlıkIı
evlerin önünde boğazlarından kan fışkıran
koçlar yatıyor, yoksul evlerin insanları, bu
koyunları belki kendilerine de bir parça düşer
diye uzaktan yakından sabırsızIıkIa
gözetIiyorlardı.
Mutasarrıf evinde
pijamasiyle oturmuş, sabah kahvesini içiyor, bir
yandan da herkesten önce kutIamağa gelen muhasebeci
İhsan beyle şurdan-burdan konuşuyordu. Bu ara
dışarda bir gürültü oldu. Mazhar Tevfik
bey, yerinden fırladı, zaten kuşku da idi. Nedir ki
hiçbir şey düşünmeğe ve yapmağa
vakit kalmadan yüzbaşı Solter yanındaki
İngiliz teğmeni ve üç silahlı İngiliz
askeriyle odaya daldı. Dışarda kapıyı
bekleyen adamı bir kenara iterek palas-pandıras içeri
dalmışlardı.
Yüzbaşı Solter,
süngü takmış olan askerleri kapıya dikti.
Sonra, İhsan beye kim olduğunu sordu, karşılığını
alınca onun çıkıp gitmesini emretti..
Muhasebeci çıkıp gittikten sonra Solter
Mutasarrıfa:
- Çabuk giyinip benimle
geleceksiniz! Diye sert bir sesle ve amirce bağirdı.
Mazhar
Tevfik bey, İngilizle gitmenin nereye vara cağını
anladığından bir kurnazIık düşündü:
-
Peki, şimdi giyinip geleyim!
Dedi. Oturma odasından
yatak odasına geçen Mazhar Tevfik bey, pencereden
dışarı atladı. Arka bahçeye ayak
bastıktan sonra ağaçların arasında
gözden uzaklaşmak kolaydı. Çitler üzerinden
atladı, bahçeden bahçeye geçti. Epeyce
ötede bahçeler içindeki Belediye Başkanı
i Rasim beyin evinin tokmağını güm-güm
öttürdü. Rasim bey, mutasarrıfı
sabah-sabah böyle pijama ve terlikle görünce işi
anladı. Hemen adam salarak küçük Kuvayı
Milliye grupuna haber gönderdi.
Yüzbaşı
Solter, Mazhar Tevfik beyin bir türlü giyinip
gelmediğini görünce bir kez daha aldatıldığını
anladı. Bunun üzerine bütün evi aramağa
başladı. Harem bölümünde mutasarrıfın
eşinin bayramını kutlamağa gelen kadınlar
süngülü ve tabancalı İngiliz asker ve
subaylarının destursuz odaya daldığını
görünce çığlığı basarak
paniğe kapıldılar. Odada çarşaflariye
oturan ve askerler içeri girince peçelerini de
yüzlerine örten bu kadınlar karşısında
Yüzbaşı Solter de şaşırdı. Daha
önce bir evden mebus Osman beyin çarşafa
sokularak kaçırıldığını
işittiğinden şimdi karşısında
peçelerini örterek korkudan tir-tir titreyen
kadınlardan her birini bir mutasarrıf olarak düşünmenin
gerektiğine inandı ve bu Müslüman kurnazlığını
boşa çıkaracak zekaya sahip olduğunu
İspatlamağa kalktı. Bütün kadınları
kaldırıp karşısına dizdi ve birer-birer
peçelerini açarak yüzlerini gözden
geçirmeğe başladı. Hepsinin de kadın
olduğunu görünce yenildiğini anladı.
Bundan sonra bütün evi, deliğine-deşiğine
varıncaya dek aramak emrini verdi.
Yüzbaşı
Solter, elleri boş dönmenin ve yenilmiş olmanın
utancı içinde darmadağın ettiği evden
ayrıldı ve doğruca hükümet konağına
gitti. Kapalı cümle kapısını açtırdı.
Odacının kapıyı açmasını
beklemeyen Solter bu nu dipçikle kırdırarak
mutasarrıfın odasına girdi. Odacıdan bir
bayrak direği istedi. Odacı, bayrak direği yerine
meydan süpürgesinin sopasını çıkararak
getirdi. Solter'in emri üzerine İngiliz askerleri
İngiliz bayrağını bu sopaya geçirdiler
ve bunu pencereden dışarı sarkıttılar.
Öbür
yanda kuvayı milliye grupu çabucak Rasim beyin evinde
hala sırtındaki pijamasiyle oturan Mutasarrıfın
çevresinde toplandılar. İvedi bir karar vermek
gerekiyordu. Tarihin bütün olumlu ve başarılı
olayları çabuk verilmiş sağlam ve doğru
kararların altında yatmaktaydı. Karar, şimşek
gibi verilmişti. Alman Savaş bilgininin düşüncesini
uyguladılar: en iyi savunma, saldırıydı.
Millici grup hemen sokağa dökülmüş olan
hemşeriler arasına karıştı, kalabalık
bayram yerini. şöyle bir dolaştı. Her
dekgeldikleri güvenilir hemşeriye şunu
fısıldadılar:
- İngilizler hükümet
konağını bastılar, hükümeti
işgalleri altına aldılar. Penceresine İngiliz
bandırası astılar. Mavzeri çiftesi olan
alsın, hükümet konağının önünde
toplansın. Halk, bunu kolayca anladı. Silahlı-silahsız,
çoluk - çocuk koca bir kalabalık, hükumet
konağını sarıverdi. Halkın tehdit edici
bir durumda hükümet önünde toplandığını
ve işin kıvama geldiğini anlayan Belediye başkanı
Rasim bey, doğru yukarı çıktı.
Mutasarrıfın koltuğuna kurularak uzun bacaklarını
yeşil örtülü büyük masanın
üzerine atmış olan yüzbaşının
karşısına dikildi:
- Yüzbaşı
Solter, dedi, şöyle pencereden dışarı
bakınız, biraz. Halk heyecandadır. Onların
öfkesinden korkulacağını sizler de bizim kadar
bilirsiniz. ilk iş olarak hemen şu bandırayı
kaldırmalarını askerlerinize emrediniz. Yüzbaşı
Solter:
- Ben Mutasarrıfı aradım, bulamayınca
da boş makamını işgal ettim, dedi, mademki
aracılık ediyorsunuz, hemen söyleyiniz, mutasarrıf
buraya gelsin, görüşelim.
Mazhar Tevfik bey,
Rasim beyle birlikte hükümet konağına
yaklaştığında halkın korkutucu bir
kalabalık halinde homurdandığını gördü.
Onlar durumlariyle korkmamasını ona duyurdu.
Mutasarrıfla B. Başkanı bu yiğit halk seli
içinden geçerek hükümet konağına
girdiler. Mazhar Tevfik bey odaya girdiğinde Yüzbaşı
Solter'i kendi koltuğuna kurulmuş, bacaklarını
da büronun iizerine uzattığını gördü.
Solter, yüzünde kötü bir alay maskesi olarak o
durumda sordu:
- Benden neden kaçıyorsunuz?
Elbette, Osman beyin nerde olduğunu söylemernek için.
Şimdi madem ki , geldiniz, söyleyin, bakayım, Osman
bey nerde?
Mazhar Tevfik bey, sert bir sesle:
- Siz,
benim makamımı işgal etmişsiniz, bir de bana
ordan soru soruyorsunuz. Bu durumda size hiçbir
şey,söylememek hakkını muhafaza etmekteyim.
Makamımdan kalkıp bir konuk gibi şurdaki
iskemlelerden birine oturup benden insanca ve nezaketle bir şeyler
saracak olursanız Size sorduklarınız üzerinde
cevap verebilirim:
Mutasarrıf, sert ve öfkeli
sesiyle bunları söyledikten sonra sinirli adımlarla
odadan çıktı gitti.
Mutasarrıfın
hışımla çıkıp gitmesi Salter'i
şaşırttı. Bu adam, deli miydi? Neyine
güveniyordu, iki-üç jandarmasına ve polisine
mi?
Kalktı, bayrağın asıIdığı
açık pencerenin önüne gitti, caddeyi şöyle
bir gözden geçirdi. Orda öfkeli bir kalabalık
dalgalanıyordu. Hepsinin gözü İngiliz
bayrağının asılı bulunduğu
penceredeydi. Garip şey, bu bir kuru kalabalık ta
değildi. Ellerindeki mavzerlerin mekanizmalarını
kurcalayan birçok sert yüzlü ve bakışlı
kimse de orda dolaşıp duruyor ve pencereye bakıyordu.
Demek iş gerçeğe binmişti. Blöf, ters
bir sonuç vermişti, demek. Bu halk topluluğu
yeltmiyormuş gibi ara sokaklardan çıkıp
gelen takım takım insanlar da göze çarpıyordu.
Solter de öbür İngilizler de papucun pahalı
olduğunu anlamışlardı. İngiliz
soğukkanlılığının bu tuzaktan
kurtulmanın çaresini bulacağı belliydi.
Solterin korkunç ve alaycı öfkesi dinmiş,
yerine yüzüne soğukkanlı bir düşüncenin
kurnaz1ığı yayılmıştı:
-
Belediye Başkanı gelsin, diyeceklerim var! Diye
seslendi. Rasim bey, biraz sonra geldi:
- Ne istiyorsunuz? Diye
sordu. Solter, dostça gülümsedi:
- Bugün
kurban bayramınızın birinci günü olduğunu
biliyorum, dedi, bu bayram şenliğine katılmak için
biz de İngjliz bandırasını çektik,
bunda heyecanlanacak ne var? Söyleyin, halk boşuna
heyecana kapılmasın. Biz, zaten buraya av için
gelmiştik. Sinop orman1arında yaban domuzu, geyik filan
avlayacaktık. Nedir ki iş bu üzücü
sonuca. geldi. İsterseniz hep beraber bir sürek avı
yapalım, Belediye başkanı Rasim bey, bu uydurmaları
sabırla dinledi ve sonra şunları söyledi:
-
Bakınız, halk, gittikçe coşuyor, sonra
başınıza bir şey gelirse kabahat benden gitti.
Ava filan gitmesi sonra düşünülür. Evvela
şu bandırayı kaldırın!
Rasim bey,
bunları öyle büyük bir saflık ve
inandırıcılıkla söylemişti ki Solter
ve arkadaşları tam bir tehlikenin içine
düştükleri duygusuna kapıldılar. Solter,
askerlerden birine emir vererek bayrağı içeri
aldırdı. Sonra, yüzbaşı, Rasim beyin
koluna girdi. Kendileri önden öbür ; İngilizler
arkadan dışarı çıktılar ve halkın
arasından ilerlemeğe başladılar. Halk, durumu
hemen kavramıştı. Bütün yüzlerde
sessizce kazanılmış bir zafer sevinciyle bir
küçümseme ve alayın izleri açıkca
göze çarpıyordu. Yüzbaşı, Solter,
canının kurtarmak için Belediye Başkanını
kalkan gibi kullanmak zorunda kalmıştı. Rasim bey,
konuklarını doğruca Belediye dairesine götürdü.
Orada onlara bayram şekeri ve kahve ikram etti. Ayranı
kabaran halk caddeyi boşaltıp bayram şenliklerine
dönünce yüzbaşı Solter ve arkadaşları,
konuk edildik leri Rus Konsolosluğuna döndüler.
Yüzbaşı Solter, ikidir Türk halkının
saldırısına uğramıştı. Biri
Amasya'da saat kulesine İngiliz bayrağı çektiği
gün, bir de şimdi. Demek ki Türkler, yabancı
bayraklara kendi kutsal saydıkları topraklarında
dayanamıyorlardı. Bilmiyoruz, ama, genç yüzbaşı,
bundan sonra belki de bu her yere bayrak asmak manisinden temelli
vazgeçmişti. Çünkü, hiçbir
bibliyografyada Solter'in üçüncü bir bayrak
olayına dek gelemedik.
Mazhar Tevfik bey, bu olayı
inceden inceye anlatan bir rapor yazarak birini Mustafa Kemal'e
öbürlerini de İstanbul'da Damat Ferit paşa ile
İngiliz siyasal temsilcisi olan Amiral'e gönderdi.
Nedir
ki olay bitmemişti. Çorap söküğü
gibi uzamak eğilimi gösteriyordu. Mutasarrıf, aynı
raporun bir örneğini de Kastamonu vilayetine
göndermişti. 8 Eylül 1919 günü giden
telgrafa geceleyin karşılık ge1mekte gecikmedi.
Kastamonu' da Vali vekili bulunan Jandarma Kumandanı Osman
Nuri bey makina başında genç mutasarrıfa
kısaca şunIarı salık veriyordu:
- Şimdi
İstanbul'dan aldığım emir şudur: Hemen
İngilizlerin oturdukları yere giderek kendilerine
tarziye vereceksiniz. Mutasarrıf ona şöyle karşılık
verdi:
- Yaptıkları hakaret karşısında
asıl İngilizler gelip bana tarziye vermelidir. Sizin bu
tebligatınıza uymakta mazurum.
O zaman, kararlı
olan Vali Vekilinden şu emir geldi.
- Size muvakkaten
işten el çektirdiğimi bildirmek zorundayım.
Mutasarrıf vekaletini hemen Binbaşı Şevket
beyin almasını ve onun gidip yüzbaşı
Solter'e tarziye vermesini kendisine bildiriniz.
Mazhar
Tevfik bey, haber salarak Binbaşı. Şevket beyi de
makina başına çağırttı. Vali
Vekilinin emrini mutasarrıftan dinleyen Binbaşı,
çok içten bir öfkeye kapıldı.
Milll
bir öfkenin bütün içtenliğini taşıyan
şu sözlerIe Vali Vekilini bombardıman etti :
-
Bir Türk Binbaşısı olarak gidip te bir İngiliz
yüzbaşısına tarziye veremem. Eğer bu emri
bana bir asker sıfatiyle veriyorsanız şu dakikadan
itibaren askerlikten dahi istifa ediyorum!
Telin öbür
ucuna doğru bu yiğitçe sözler bir şamar
gibi uzaklaşırken Şevket bey, omuzlarındaki
apoletleri sinirli ve güçlü parmaklariyle sökerek
masanın üzerine fırlattı. Şevket bey, bu
emre baş ka1dırınca Vali vekili, Sinop Jandarma
Kumandanı Remzi beyi makina başına çağırdı;
Mutasarrıf vekilliğini ve gidip İngilizlerden özür
dilemesi emrini ona verdi. Remzi bey hiç duraksamadan bu
emri benimsedi. Gidip Mazhar Tevfik beyin makamına "azametle"
kuruldu. Sonra da Rus konsolosluğunda kuşku ve
sabırsızlık içinde bekleyen yüzbaşı
Solter ve arkadaşlarına tarziye verdi. Böylece,
Sinop'taki kuvayı milliye ruhu da okkalıca bir tokat
yemiş oldu.
Solter, ertesi gün yeni Mutasarrıf
Vekili Remzi beyi gelip makamında ziyaret etti. Birkaç
gün sonra da maiyetini alıp Pontos çetelerini ve
örgütlerini silahlandırma yeri olan Samsun'a
yollandı.
Mazhar Tevfik bey, yeni Mutasarrıf
vekili Remzi beyin bir kahpeliğine uğrayarak yakalanıp
İstanbul'a gönderilmek korkusuyle Sinop'tan hemen
ayrılıp Sivas'a, Mustafa Kemal'e gitmeğe karar
verdi. Sinop'un meşhur Çerkez beylerinden Çerkez
Hasan bey ve atlıları, Mazhar Tevfik beyle ailesini
aralarına alıp birkaç gün dinlenmesi ve
yolculuğa hazırlanması için atla Sinop'a beş
saat çeken Şamlıoğlu köyüne
götürdüler. Ordan Sivas'a doğru yola
çıkacaktı. Mustafa Kemal "başın
daralınca çık gel!" dememiş
miydi?
Mazhar Tevfik bey, giderayak mektupçu Hüseyin
Hilmi beye şu pusulayı gönderdi:
- Azizim!
Kısmet olursa. yarın köye' gidiyorum. Bi zim maaşı
lütfen alınız. Bir de hadisede nezarete ve vilayete
yazdığım mufassal telgrafla ikinci günü,
tekrar yazdığım telgrafın ikişer adet
suretini kurşun kalemi ile olsun bana çıkarıp
vermenizi rica ederim. Kalemde yazısı okunaklı iki
efendi on dakika içinde yazabilirler.
İngilizlerin
avdet için emir almaları şayanı dikkattir.
Ağır bastık demek oluyor Neyse Sinop'u
kaybediyoruz. Şerefi milli yerine gelsin de ne olursa olsun.
Sinop istediğinden ala mutasarrıf bulabilir. Halk namına
Kastamonu vilayet makamına çekilen isyancı
telgraf, Vali Vekili Osman Nuri beyi kızdırmış
görünüyordu. Yeni Mutasarrıf Vekili Remzi beye
halka bildiri1mek üzere çektiği telgrafta,
-
Blöf yapıyorsunuz! Diyerek korkutucu bir dil
kullanıyordu.
Belediye başkanı Rasim bey 12
Eylül 1919 günü Vali Vekiline şöyle bir
telgraf püskürtmesi verdi:
- Burada son defa cereyan
eden vakayii müessife dolayısiy1e arayı umumiyeye
istinaden çektimiz telgrafnameler makamı vilayetçe
blöf telakki edilmiş ve bir nevi tehditkar vaziyet
gösterilmiştir. Ben, memleketin eşraf ve kadim
hanedanındanım. Hiçbir vakit blöfçü
yarandan değilim. Milletin vekaletini haiz olarak efkarı
umumiyeyi makamatı aliyeye iblağ için O
telgrafları çektik. Böyle blöfçülükle
ithamım, vekaletini haiz olduğum milletim benim için
mucibi şin ve ağır olduğundan bugünden
itibaren makamı mutasarrıf1ye istifamı
veriyorum.
Şaşırtıcı olaylar her
yanda hava fişekleri gibi patlıyordu. 18 Eylül 1919
günü Kastamonu'dan Vali Vekili Ferit imzası ile
gelen bir telgraf orda işlerin yolunda gittiğini
gösteriyordu. Bu telgrafi şaşırtıcı
olduğu gibi sevindiriciydi de. Telgraf, özet olarak
şunları yazıyordu:
- Sivas kongresi,
İstanbul hükümetiyle bütün ilişkilerin
kesilmesine karar vermiştir. siz de bu karara göre
davranınız ve milli gösteriler yapınız!
Rasim
bey 19 Eylül 1919 günü vilayete genç
mutasarrıf Mazhar Tevfik beyin göstermiş olduğu
milli yiğitlik dolayısı ile işinden
uzaklaştırıldığını, halkın
da çok sevdiği ve tuttuğu bu değerli
mutasarrıfın yine eski görevine dönmesinin çok
iyi ve yerinde olacağını bildiren bir telgraf
çekti.
Ali Fuat paşanın Kastamonu'ya
gönderdiği topçu albayı Osman bey bu sırada
hapisten kurtulmuş ve başın- dan geçen çok
tehlikeli serüveni bir yana bırakmış olarak
Kastamonu telgrafhanesinde bulunuyordu. Osman bey, Kuvayı
Milliyenin Kastamonu'da işe el koyduğunu gösteren
sevindirici ve şaşırtıcı telgrafında
şöyle diyordu:
- Mutasarrıf Mazhar Tevfik
bey hakkında Vilayete olan telgrafınızı
gördüm. Mütalaaları pek muvafıktır.
Vilayetten emir verilmesinin temin edileceğini arzederim.
19
Eylül 1919
Hemen o akşam vilayetten Mazhar Tevfik
beyin görevine dönmesi için emir geldi.
Mektupçu
Hüseyin Hilmi bey, gelen emri sevinçle alarak gece
yarısı Şam1ıoğlu Köyüne doğru
tırısla yola
çıktı. Çerkes
köyüne bu güzel haberle varan Hüseyin Hilmi
bey, mutasarrıfa zaferini bildirdiğinde o da genç
yönetici gibi mutluydu.
Ertesi sabah, genç
mutasarrıf için yaşayışının
en heyecanlı ve şerefli saatleri başlıyordu.
Çerkes Hasan bey, topladığı silahlı,
silahsız yüzlerce atlının başına
geçirdiği Mazhar Tevfik beyi at oynatmaları,
silah sesleri, neşeli haykırışlar ve
gösteriler arasında Sinop'a dek yolcu etti. Şehir,
bir anda el değiştirmiş, İstanbul hükümetinin
dokunduğu yeri kirleten kara parmakları, bu güzel
Karadeniz şehri üzerinden bir daha kirletmernek üzere
çekilmişti.
Mazhar Tevfik bey, sandalyesine
bütün güveniyle 0turduktan sonra kocaman bir
bildiri yayınladı ve bunda artık, Sivas Kongresi
kararlarının ve Mustafa Kemal'in sözü geçen
bir yurtta yaşamağa başladıklarını
İstanbul hükümetinin Sinop ufuklarında ve
Kastamonu'nun yeşil ağaç denizi üzerinde
hüküm süremeyeceğini dosta-düşmana
anlatmağa çalıştı.
Sinop
şehrinin kaderini böyle birdenbire değiştiren
Kastamonu'daki değişikliğin nedeni neydi? Sinop
hikayesinin baş halkası olan Kastamonunun da kocaman bir
hikayesi vardır. Şimdi oraya varalım.
Kaynakça
:
Kutsal İsyan (Millî Kurtuluş Savaşı'nın
Gerçek Hikâyesi - Sinop Şehrinin Başında
Dönenler (Sayfa 225-244))
Hasan İzzettin DİNAMO