İSRAİL'İN 60 YILLIK İŞGAL SERÜVENİ


1946 yılından 2009'a kadar İsrail'in "topraklarını nasıl genişlettğinin belgesi... Filistin topraklarının tükenişinin ve İsrail'in işgalinin resmidir.

İSRAİL'İN 60 YILLIK İŞGAL SERÜVENİ

1946'dan 2008'e İsrail'in Filistin topraklarına yayılış haritası. 14 Mayıs 1948'de bağımsız İsrail Devleti'nin kuruluşundan bu güne Filistin-İsrail haritasındaki değişim sizi de çok şaşırtacak. BM Genel Kurulu'nun 1947'de Filistin topraklarının Araplar ve Yahudiler arasında bölünerek, Kudüs'e uluslararası statü tanınmasını onaylandı.

Bu kararın ardından da 14 Mayıs 1948'de bağımsız İsrail Devleti'nin kurulduğu dünyaya açıklandı.
1947'ye kadar haritalara Filistin olarak yansıyan bölgede, geride kalan 61 yıl içerisinde dengelerin nasıl değiştiğini anlamak için aşağıdaki haritalara bakmak yeterli.

Aslında bölgede her şey 1917 yılında imzalanan ve Osmanlı'dan kopuş anlamına gelen Balfour Deklarasyonu'nun imzalanması ile başladı.

İngiliz bakan Arthur Balfour, Siyonistlerin lideri Lord Rotshild'e resmi bir mektup yazdı. Bu mektupta Balfour kendisinin ve İngiltere'nin Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması için Siyonistleri sonuna kadar destekleyeceğini yazıyordu. Bu mektup 'Balfour Deklarasyonu' olarak tarihe geçti.

Bu deklarasyon uyarınca Yüz binlerce Yahudi Siyonizm projesi kapsamında İngiliz mandası altındaki Filistin'e göç ettiler.

Planlı Yahudi göçü ve bunun sonucunda Filistin'de Arapların 6'da 1'i kadar çoğalan Yahudi nüfusuna karşı bir tepki olarak Nisan 1920'de iki büyük Filistin ayaklanmaları yaşandı.

1947de İngiltere, Filistin sorununun çözümünü Birleşmiş Milletler'e devretti. Birleşmiş Milletler Filistin'i iki parçaya bölüp %56.5unu Yahudilere,%43.5'unu Araplara vermeyi teklif etti. Filistin bu fikre sıcak bakmamasına rağmen, 33 ülkenin oyuyla bu plan kabul edildi.

15 Mayıs 1948de İngiltere Filistin'de mandalık yönetimini bitirmek istediğini duyurdu. Yahudi militanlar 1948 yılının Aralık ayında Filistin'in Arap köylerinde etnik temizlik başlattılar. İsrail bağımsızlığını 14 Mayıs 1948de ilan etti.

Siyonist Irgun ve Lehi örgütlerinin militanları 9 Nisan'da Deir Yasin köyünde katliam yaptıktan sonra binlerce Filistinli Lübnan, Mısır ve Batı Şeria'ya kaçtı. İsrail bağımsızlığını ilan ettikten bir gün sonra Ürdün, Mısır, Lübnan, Irak ve Suriye İsrail'e saldırdı,ama İsrail orduları onları geri püskürttü. Bu savaşlardan sonra Mısır Gazze'yi, Ürdün Kudüs etrafında küçük bir bölgeyi ve Batı Şeria'yı aldı. Bunlar Filistin'in %25iydi.

1964'de Filistin Kurtuluş Hareketi kuruldu.

5 Haziran 1967de 6 gün savaşı başladı. Orta Doğunun haritası bu savaşta değişti. Israil Gazze ve Sina yarımadasını Mısır'dan, Golan tepelerini Suriye'den aldı ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü işgal etti. İsrail toprakları bu savaştan sonra neredeyse 2 kat büyüdü. Birleşmiş Millet bu savaştan sonra 242. kararını alıp İsrail'in bu savaşta kazandığı toprakları işgal edilmiş olarak kabul ederek, bir an önce çekilmelerini istedi ancak İsrail, 500.000 Filistinli'nin mülteci durumuna düştüğü bu savaş sonucunda işgal ettiği topraklardan çekilmedi.

1968'de Yaser Arafak Filistin Kurtuluş Örgütü'nün başına geçti. 1974te Yaser Arafat Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi'ndeki ilk konuşmasını yapıp barışçıl isteklerini vurguladı.

1977de Irgun ve Lehi örgütlerinin mirasçısı Likud, İsrail seçimlerini kazanıp iktidar partisi oldu. Likud, Israil'in bütün vaadedilmiş topraklara (Ürdün, Filistin, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır ile Türkiye ve İran'ın bir bölümü) yayılması gerektiğini savunuyordu. O zamanki tarım bakanı olan Ariel Şaron da Likud partisindendi.

1979de Mısırlı başkan Enver Sedat Israille barış anlaşması imzaladı ve böylece Mısır, İsrail'i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. Bu anlaşma çerçevesinde Gazze Filistinliler'e verildi.

1982de Ariel Şaron, İsrail-Lübnan savaşını başlattı. Falanjistlerin de desteğiyle Sabra ve Şatilla mülteci kaplarına girerek tarihin en büyük katliamlarından biri gerçekleştirildi, binlerce Filistinli sivil öldürüldü. Sabra ve Şatilla kamplarında öldürülen sivillerin görüntüleri, insanlık tarihine kapkara bir leke olarak geçti.

1982'de İsrail, Lübnan'a karşı savaş ilan etti.

1987de Gazze'de Intifada adındaki ayaklanma başladı. Kısa bir süre sonra intifada Batı Şeria'ya da yayıldı. Aynı yıl, Filistin'de Hamas, Şeyh Ahmed Yasin'in önderliğinde kuruldu. 1988de Filistin Özgürlük Topluluğu Arafat'ın liderliğinde Birleşmiş Milletlerin 242. kararını ve Filistin'de iki devlet fikrini kabul etti.

1992de Israil'de İşçi partisi iktidara gelince bir barış süreci de başlamış oldu. 1993te İsrail ve Arafat Oslo Barış Anlaşmasını imzaladırlar. Bu anlaşmanın sonucunda Arafat sürgünden kurtulup Filistin'e geri döndü. 1994te Filistin Özgürlük Harekâtı ve İsrail Kahire'de görüştü. Bu görüşmelerde yapılan anlaşmanın sonucunda İsrail'in Gazze'nin çoğunu ve Batı Şeria'daki Erila şehrini Filistin'e bırakmasına karar verildi.

Eylül 200'de Ariel Şaron'un Mescidi Aksayı ziyaret etmesi, Filistinliler arasında büyük bir öfkeye ve protesto gösterilerine yol açtı. Bu olay 2. İntifadanın başlangıcı oldu.

2006-2007 yılları arasında Bu kez El Fetih ve Hamas arasındaki çatışmalar gündeme demgasını vurdu. Bağımsız Filistin için mücadele eden bu iki gücün birbirine düşmesi İsrail'in de işine yaradı.

2007 yılında Arafatın ölümünden sonra yerine geçen Mahmud Abbas ile Şimon Peres, Annapolis'te bir araya geldi.

İsrail, 27 Aralık 2008'de, Yahudilerce 'düğme dikmenin' bile yasak olduğu cumartesi günü Gazze'ye 'Dökme Kurşun' adını verdiği bir operasyon başlattı. Bir hafta havadan devam eden bombardımana bir hafta sonra kara birlikleri de dahil oldu.

Dünyanın en büyük toplama kampı olarak nitelendirilen Gazze'de nüfus yoğunluğu o kadar yoğun ki bir metrekareye 5 Filistinli düşüyor.

Hamas'ı hedef aldığını iddia eden İsrail'in tonlarca bomba attığı Gazze'de ölü sayısı her geçen dakika artmakla birlikte 566'ya yükseldi. İsrail'in iddialarının aksine ölenlerin üçte biri, sivil ve çocuklardan oluşuyor.

Kaynak :(Cihan)

1946'DAN 2008'E İSRAİL'İN YAYILIŞI

Yukarıda gördüğünüz haritalarda 1946 yılından 2009'a kadar İsrail'in "topraklarını nasıl genişlettğinin resmi"ni göreceksiniz. Filistin topraklarının tükenişinin ve İsrail'in işgalinin resmidir.

İSRAİL'İN HEDEFİ NE?

Hizbullah’ı hedefe koyup Lübnan’ı ve oradaki Filistin mülteci kamplarını vuran İsrail, şimdi de Hamas’ı ‘yok etmek’ için Gazze’ye saldırdı. İsrail geçen hafta Hamas bahanesiyle vurdu 360 kilometrekareye sıkıştırdığı Filistinlileri. İlk hedefi Gazze’deki kamu ve hükûmet binalarıydı, bir haftanın sonunda vurulmadık okul, cami, parti bürosu, resmî kuruluş kalmadı. Sadece mekânlar değil çocuklar, kadınlar, doktorlar ve ambulanslar da hedefteydi. Hatta, aylarca süren ambargoda Filistinlileri açlıktan ölmekten kurtaran tüneller de vuruldu. İsrail’in niyeti Filistinlilerin tüm hayat damarlarını kesmekti. Ekranlara yansıyan yaralı bir Filistinli babanın feryadı, katliamın boyutlarını ortaya koyuyordu: “Biz siviliz. Hiçbir örgüte bağlı değilim, sadece Filistinliyim. Hepimizi cezalandırıyorlar. Sivillerin suçu ne? Ölenler İsrailli olsaydı tüm dünya ayaklanırdı. Biz insan değil miyiz? Kendi toprağımızda yaşıyoruz, İsrail’den çalmadık.” İsrail, 2006’da Lübnan’a yönelik saldırısını tekrarlıyordu âdeta. Ancak bu sefer daha planlı, daha sinsi ve daha acımasız... Misket bombalarının yerini adı konmamış, beyin travmasıyla ölüme yol açan silahlar aldı. Camiler bile ‘Hamas militanlarının toplanma yeri’ veya ‘silah deposu’ olduğu gerekçesiyle vurulurken, bilanço gün geçtikçe kabardı; 50’si çocuk 450 Filistinli hayatını kaybetti, 2 bine yakını da yaralandı (2 Ocak itibarıyla). İsrail Genelkurmay Başkanlığı’na göre, operasyonun ilk haftasında yaklaşık 500 hedef yok edildi. İsrail, tüm dünyadan gelen ateşkes çağrılarına kulak tıkadı.

SADECE HAMAS’I DEĞİL, GAZZE’DEKİ FİLSİTİNLİLERİ TASFİYE PLANI

Peki İsrail ne yapmaya çalışıyor? Gazze Şeridi’ndeki birçok stratejik hedefe yönelik eş zamanlı ve şiddetli saldırılar aslında büyük bir planın yansıması. İsrail’in sadece Hamas’ı hedef almadığı, Gazze’deki tüm Filistinlileri yerinden edecek bir savaşa hazırlandığı hissediliyor. Çok net ve planlı olarak Gazze’nin muhtemel bir kara harekâtına karşı direniş noktası olabilecek tüm altyapısını yıkıyor. Ortadoğulu yorumcuların ifadesiyle, tankların yolunu açıyor. Hâlbuki İsrail ordusu daha önceki Gazze saldırılarında sadece Kassam füzelerinin yapıldığı atölyeler ile fırlatma noktalarını tespit edip havaya uçuruyordu. Şimdi ise yer altı ve yer üstü kaynakları ile sivil halk “Hamas’ı hedef alıyorum” bahanesiyle yok ediliyor. Bir İsrailli komutanın, “Hamas ile uzaktan yakından alakası olan herkes ve her şey yok edilecek.” demesi operasyonun çok kapsamlı olduğunu ve devam edeceğini de ortaya koyuyor. Diğer taraftan İsrail, daha yapacak çok şeyi olduğunu gösterircesine başta Birleşmiş Milletler (BM) ve Türkiye olmak üzere tüm dünyadan gelen ateşkes baskısını göz ardı ediyor. Ateşkesi kabul etmeyi “Hamas’ı meşrulaştırmak” olarak yorumluyor. Hamas’ın yolladığı ‘Kassam’ füzelerini de kendi haklılığını göstermek için kullanıyor. Seçimle gelmiş ve Gazze bölgesini yöneten Hamas’ı ‘terör örgütü’ olarak gördüğünü tekrar ederek, “Siz de olsanız aynı tepkiyi gösterirsiniz.” savunmasını yapıyor. İsrail, Hamas’ın füzelerden dolayı bugüne kadar beş vatandaşının hayatını kaybettiğini ileri sürüyor. Ancak, bununla ilgili net kanıtlar ortaya koymaktan kaçınıyor.

İsrail’in korkulu rüyası(!) Kassamlar sahneye 2000 yılında çıkmıştı. İngiliz manda yönetimine karşı 1930’larda başlatılan ilk Filistin direniş hareketinin önderlerinden İzzettin Kassam’dan adını alan bu roketler, Gazze’de metal atölyelerinde üretilen; 10 kilogramlık savaş başlığı taşıyabilen basit ve ilkel silahlar. İsrail’i korkutan ise son altı ayda Kassamların menzilinin 6 kilometreden 40 kilometreye çıkmış olması. Balistik ve teknolojik açıdan düşünüldüğünde bu bir devrim. Gazze’den İsrail’in güneyine yönelik füze saldırılarının hedefleri arasına Aşdod, Aşkelon, Kiryat Malaç, Ber-Şiba gibi bugüne kadar güvenli görülen yerler de girdi artık. İsrail, 300 bin nüfuslu bir bölgesinin tehdit altında olduğunu savunuyor.

Amerikan menşeli 2,5 tonluk lazer güdümlü bombalarla hava ve denizden devam eden bombardımanın yanı sıra Gazze Şeridi’nin sınırları boyunca tanklarını konuşlandırması İsrail’in operasyonu daha da genişleteceğinin göstergesi. Kaynaklar, İsrail özel güçlerinin küçük gruplar hâlinde birkaç kez Gazze’ye girdiğini ve vur kaç operasyonlarına başladığını öne sürüyor. Ayrıca bu özel güçlerin yeni hedefleri işaretlediği, kente girecek tank ve zırhlı araçların güzergâhını temizlediği belirtiliyor.

Diğer taraftan şu ana kadarki bombalama taktiği, ABD’nin Bağdat bombardımanına benziyor. Yani bir kara harekâtına engel olabilecek bütün insan kaynaklarını, polis akademisini, güvenlik güçlerinin merkezlerini, korunaklı binaları ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla bu bombardıman kara harekâtını haber veriyor. Todays Zaman Ankara Temsilcisi Kerim Balcı’nın tabiriyle İsrail Eğer Hamas’ı belli bir pozisyona zorlasaydı, kara harekâtını düşünmezdi. Ama açıkça Hamas’tan bir pozisyon beklemiyor, onu yok etmeye geldiğini söylüyor: “Teslim olması, silah bırakması gibi hiçbir çağrıya tenezzül dahi etmiyor. ‘Yok etmeye geldim’ diyor. Ateşkes çağrılarına kulak asmamasının sebebi de bu aslında.”

YENİ PLAN: KARA HAREKÂTI MI? HAMAS LİDERLERİNE SUİKAST MI?

İsrail’in kara harekâtıyla özel kuvvetlerini Gazze’ye sokup Hamas’a yönelik suikastlara girişebileceği de öngörülüyor. Daha önce bu birlikler adını, Şeyh Ahmet Yasin’e düzenlenen suikastta duyurmuştu. İsrail’in elinde bu tür suikastlar için yeterli istihbaratın bulunduğu da biliniyor. İsrail istihbarat birimleri, bu suikastlarla Hamas’ın lider kadrosunu ortadan kaldırmak da isteyebilir. Hatta operasyon sırasında öldürülen Hamas’ın önde gelen siyasi liderlerinden Nizar Rayan ve beraberindeki 10 kişilik grubun yerini Gazze’ye sızan bu özel birliklerin tespit ettiği belirtiliyor. Güvenlik uzmanlarına göre ise, ağır bombardımanla Gazze sokaklarını yerle bir ederek bir harekâta girişeceği görüntüsü verse de İsrail’in asıl amacı Hamas liderlerini vurmak. Geçmişte Şeyh Ahmet Yasin, Fethi Şikaki, Yahya Yaş, Abdülaziz Rantisi gibi Hamas’ın üst düzey yöneticilerine suikastlar düzenlemişti İsrail gizli servisi MOSSAD’ın özel birlikleri.

Öte yandan Hamas’ın İsrail’i kara saldırısı için tahrik ettiğini ifade edenler var. Bu tezin haklılık payı da olabilir. Çünkü Hamas’ın 6 ay süren ateşkes dönemini boş geçirmediği menzili uzayan Kassam füzelerinden belli. Buna ek olarak Hamas’ın Gazze’nin her tarafına kara mayınları ve bubi tuzakları döşediği konuşuluyor. Hamas’ın özellikle Cenin ve Lübnan’da İsrail tanklarına kan kusturan mekanizmalar hazırladığı, Gazze’ye girmesi hâlinde İsrail ordusuna hezimet yaşatacağı dile getiriliyor. Gazze’nin dar sokaklarında İsrail tanklarının hızlı hareket edemeyeceği, yaklaşık 150-200 bin eğitimli ve silahlı savaşçısı bulunan Hamas’ın İsrail askerlerine ağır kayıplar verdirebileceği de ortada. Muhtemel bir kara operasyonunda İsrail, karşısında taş atanları değil, donanımlı bir askerî güç bulacak.

‘ŞAHİNLER’ İÇ SİYASETE Mİ OYNUYOR?

İsrail’de genel seçime haftalar kala düzenlenen Gazze operasyonunun iç siyasete bakan yönleri de var elbette. Operasyondan sonra yapılan bir anket, İsraillilerin yüzde 81’inin operasyona destek verdiğini ortaya koydu. Bu rakam harekât başlamadan önce yüzde 60 düzeyindeydi.

Operasyonla birlikte yolsuzluk suçlamalarından dolayı hükûmetten düşen ve erken seçime giden Başbakan Ehud Olmert’in partisi Kadima’nın oy oranını yükselttiği görüldü. Oysa Başbakan Olmert, 7 Aralık’taki olağan bakanlar kurulu toplantısında Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırılarını ‘soykırım’ olarak nitelemişti. 20 günün ardından bu sefer bizzat kendisinin daha büyük bir katliama imza atması, Gazze operasyonunun arkasında iç politik hesapların olduğu tezini güçlendiriyor. Seçim anketlerinin Likud lideri Benyamin Netanyahu’nun tek başına iktidar olacağını göstermesi hem Savunma Bakanı Ehud Barak’ın İşçi Partisi’ni hem de Kadima’nın yeni lideri Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’yi rahatsız ediyordu. Operasyon İsrail’deki iç siyasi dengeleri değiştirirken, İsrail basını da ‘Operasyon seçim için mi yapıldı?’ tartışmalarını başlattı.

Peki, İsrail neden durdurulamıyor? Bu sorunun cevabını belki de yarım asır öncesinde aramak gerekiyor. Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin 1920’de Filistin üzerinden İngiliz mandasını tanıması; 1947’de ise Filistin’in biri Yahudi öteki Arap iki devlet olarak paylaşılmasına karar vermesi çatışmanın temellerini oluşturuyor. İlk hata o dönemde yapıldı. Bir yıl sonra İsrail devleti kurulmasının üstünden 24 saat geçmeden, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail topraklarına girmişti. İsrail-Arap savaşı olarak dünya tarihine geçen bu olaydan başlayarak Filistin meselesi hep bir alt başlığa indirgendi. 1940’larda Arap-İsrail çatışması olarak görülen mesele, 1980’lere gelindiğinde Filistin-İsrail, son birkaç yıldır da Hamas-İsrail çatışmasına indirgenmiş durumda. Kuşkusuz, Ortadoğu’daki komşu Arap devletlerinin izlediği ‘çözümsüzlüğe destek olan’ politikalarla İsrail’in sınır tanımazlığı işin bu noktaya gelmesinde etkili oldu. Bugün Filistin’in El Fetih ve Hamas diye iki ayrı halk hareketine bölünmesinin temelleri de hemen Yaser Arafat’ın ölümünden önce atılmıştı.

Balcı da, dünyanın İsrail’in gösterdiği ve herkesin kabullendiği hâliyle Filistin meselesini ‘Hamas-İsrail çatışması’ndan ibaret görmenin çözümsüzlüğün en temel sebeplerinden biri olduğunu söylüyor.

İsrail, ‘Trans Jordan’ adını verdiği bu coğrafyada Büyük İsrail’in kuruluşunun İngilizlerin diplomatik oyunlarıyla engellendiğini düşünüyor. Filistin devletinin olmaması, İsrail’in devlet meşruiyeti arkasına gizlenerek istediğini yapması sonucunu doğurdu bugüne kadar. Bu saldırgan politikanın koruyucusu kuşkusuz ABD oldu. Bush yönetiminde İsrail tehditleri Suriye ve Lübnan’dan İran’a, Irak’a kadar uzandı. Ancak Barack Obama’nın seçilmesinden sonra dünya diplomasi ağında oluşturulan mitler ve aşırı iyimser beklentiler son saldırıların neden bu kadar insafsız olduğunun göstergesi.

Bununla birlikte İsrail’i dizginleyebilecek tek ülke konumundaki ABD’nin sessiz kalması, BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail’e karşı muhtemel bir karara karşı veto gücünü kullanacağını hissettirmesi, İsrail’in durdurulmasının önündeki en büyük engel. İsrail, Hizbullah’a yönelik saldırısında Bush yönetiminden aldığı desteğin bir benzerini bugün Gazze konusunda görüyor. Ayrıca saldırının Bush’un başkanlıktan ayrılma, Obama’nın Beyaz Saray’a çıkma dönemine denk getirilmesi de Washington yönetiminin daha rahat davranmasına yol açıyor. Her ne kadar Obama’nın önce Afganistan sorunuyla yüzleşeceği tahminleri yapılsa da ilk büyük dış politika sınavı müttefik ülke İsrail kaynaklı oldu. Fakat Obama’nın sessizliği İsrail’e destek verdiği anlamına gelecek ve ileride İsrail-Filistin sorununa yeni bir yaklaşım getirme vaadini de olumsuz etkileyecek. İsrail’in saldırısını yeni yıl ve Noel kutlamalarına denk getirmesi ve dünyanın küresel krizle uğraşması yüzünden tepkiler zayıf kaldı.

Arap dünyasının Filistin konusundaki ayrışması da İsrail’in frenlenememesinin sebeplerinden biri. Çoğu Arap devleti Hamas’a destek vermiyor. Mesela Suriye ve İran Hamas’a etkin ve fiili destek verirken, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan El Fetih’ten yana tavır koyuyor. Hatta bazı Arap ülkeleri Hamas’ın ileride Batı Şeria’ya da hâkim olabileceğini düşündüğünden İsrail’in Gazze operasyonunu kasıtlı olarak görmezden geliyor. Bu ayrışmada Sünni- Şii cepheleşmesinin yanında nükleer bombaları bulunan ve fevri hareket edip uçak menziline giren noktaları vurabilen İsrail’den çekinmenin de etkisi var

Durumun her geçen gün daha kötüye gitmesi, hem ABD’nin hem de Birleşmiş Milletler’in Gazze’deki sivilleri korumak için önlem alabilme gücünü zayıflatıyor. Arap dünyasının Arap Birliği ve İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) üzerinden İsrail için alacağı kararların Tel Aviv nezdinde bir anlam ifade etmeyeceği görülüyor. ABD’nin 2003’teki Irak işgalinin ardından bölgesel Arap rolünün zayıfladığı da bir gerçek. Buna ek olarak uzmanlar, uluslararası hukukun ve BM, NATO gibi kurumların ABD vetosundan dolayı yaptırım gücünün bulunmadığına işaret ediyor. Ancak muhtemel bir müdahalenin BM ve AB’nin de baskısıyla ABD üzerinden gelebileceği, İsrail’in ancak Washington üzerinden durdurabileceği vurgulanıyor. Barışın oraya bir barış misyonu göndererek değil, bizzat İsrail’i operasyondan vazgeçirmekle mümkün olduğu ifade ediliyor. Hamas’ın tek taraflı ilan edeceği ateşkesin bu sürece olumlu bir katkı sağlayacağı kesin. Ancak BM’nin, Güvenlik Konseyi’nde zorla da olsa çıkarılacak bir karar doğrultusunda bölgeye bir barış gücü göndermesi zor görülüyor. Zira İsrail, Lübnan’da bu tür görevler üstlenen BM askerlerini hedef almış, onlara zayiat verdirmişti.

İran’dan yükselen ses de özü itibarıyla Filistinlilere destekten çok onları ‘tahrik’ niteliği taşıyor. Gazze’deki direnişi kutsallaştıran Tahran, İsrail’i uyarmak yerine Filistinlileri savaşa itiyor. İran’ın savaş tamtamları Lübnan’daki Hizbullah’ı da harekete geçirebilme riskini içinde barındırıyor. Hizbullah’ın Gazze saldırısını protesto etmek amacıyla İsrail’e göndereceği tek bir füze, ateşin tüm Ortadoğu’ya yayılmasına yol açabilir.