İSRAİL'İN 60 YILLIK İŞGAL SERÜVENİ
1946
yılından 2009'a kadar İsrail'in "topraklarını
nasıl genişlettğinin belgesi... Filistin topraklarının
tükenişinin ve İsrail'in işgalinin resmidir.
İSRAİL'İN 60 YILLIK
İŞGAL SERÜVENİ
1946'dan 2008'e
İsrail'in Filistin topraklarına yayılış
haritası. 14 Mayıs 1948'de bağımsız İsrail
Devleti'nin kuruluşundan bu güne Filistin-İsrail
haritasındaki değişim sizi de çok şaşırtacak.
BM Genel Kurulu'nun 1947'de Filistin topraklarının Araplar
ve Yahudiler arasında bölünerek, Kudüs'e
uluslararası statü tanınmasını onaylandı.
Bu kararın ardından da 14 Mayıs 1948'de
bağımsız İsrail Devleti'nin kurulduğu
dünyaya açıklandı.
1947'ye kadar haritalara
Filistin olarak yansıyan bölgede, geride kalan 61 yıl
içerisinde dengelerin nasıl değiştiğini
anlamak için aşağıdaki haritalara bakmak
yeterli.
Aslında bölgede her şey 1917 yılında
imzalanan ve Osmanlı'dan kopuş anlamına gelen Balfour
Deklarasyonu'nun imzalanması ile başladı.
İngiliz
bakan Arthur Balfour, Siyonistlerin lideri Lord Rotshild'e resmi bir
mektup yazdı. Bu mektupta Balfour kendisinin ve İngiltere'nin
Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması için
Siyonistleri sonuna kadar destekleyeceğini yazıyordu. Bu
mektup 'Balfour Deklarasyonu' olarak tarihe geçti.
Bu
deklarasyon uyarınca Yüz binlerce Yahudi Siyonizm projesi
kapsamında İngiliz mandası altındaki Filistin'e
göç ettiler.
Planlı Yahudi göçü
ve bunun sonucunda Filistin'de Arapların 6'da 1'i kadar çoğalan
Yahudi nüfusuna karşı bir tepki olarak Nisan 1920'de
iki büyük Filistin ayaklanmaları yaşandı.
1947de İngiltere, Filistin sorununun çözümünü
Birleşmiş Milletler'e devretti. Birleşmiş
Milletler Filistin'i iki parçaya bölüp %56.5unu
Yahudilere,%43.5'unu Araplara vermeyi teklif etti. Filistin bu fikre
sıcak bakmamasına rağmen, 33 ülkenin oyuyla bu
plan kabul edildi.
15 Mayıs 1948de İngiltere
Filistin'de mandalık yönetimini bitirmek istediğini
duyurdu. Yahudi militanlar 1948 yılının Aralık
ayında Filistin'in Arap köylerinde etnik temizlik
başlattılar. İsrail bağımsızlığını
14 Mayıs 1948de ilan etti.
Siyonist Irgun ve Lehi
örgütlerinin militanları 9 Nisan'da Deir Yasin köyünde
katliam yaptıktan sonra binlerce Filistinli Lübnan, Mısır
ve Batı Şeria'ya kaçtı. İsrail
bağımsızlığını ilan ettikten bir
gün sonra Ürdün, Mısır, Lübnan, Irak ve
Suriye İsrail'e saldırdı,ama İsrail orduları
onları geri püskürttü. Bu savaşlardan sonra
Mısır Gazze'yi, Ürdün Kudüs etrafında
küçük bir bölgeyi ve Batı Şeria'yı
aldı. Bunlar Filistin'in %25iydi.
1964'de Filistin
Kurtuluş Hareketi kuruldu.
5 Haziran 1967de 6 gün
savaşı başladı. Orta Doğunun haritası
bu savaşta değişti. Israil Gazze ve Sina yarımadasını
Mısır'dan, Golan tepelerini Suriye'den aldı ve Batı
Şeria ile Doğu Kudüs'ü işgal etti. İsrail
toprakları bu savaştan sonra neredeyse 2 kat büyüdü.
Birleşmiş Millet bu savaştan sonra 242. kararını
alıp İsrail'in bu savaşta kazandığı
toprakları işgal edilmiş olarak kabul ederek, bir an
önce çekilmelerini istedi ancak İsrail, 500.000
Filistinli'nin mülteci durumuna düştüğü
bu savaş sonucunda işgal ettiği topraklardan
çekilmedi.
1968'de Yaser Arafak Filistin Kurtuluş
Örgütü'nün başına geçti. 1974te
Yaser Arafat Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi'ndeki
ilk konuşmasını yapıp barışçıl
isteklerini vurguladı.
1977de Irgun ve Lehi örgütlerinin
mirasçısı Likud, İsrail seçimlerini
kazanıp iktidar partisi oldu. Likud, Israil'in bütün
vaadedilmiş topraklara (Ürdün, Filistin, Irak, Suriye,
Lübnan ve Mısır ile Türkiye ve İran'ın
bir bölümü) yayılması gerektiğini
savunuyordu. O zamanki tarım bakanı olan Ariel Şaron
da Likud partisindendi.
1979de Mısırlı başkan
Enver Sedat Israille barış anlaşması imzaladı
ve böylece Mısır, İsrail'i tanıyan ilk Arap
ülkesi oldu. Bu anlaşma çerçevesinde Gazze
Filistinliler'e verildi.
1982de Ariel Şaron,
İsrail-Lübnan savaşını başlattı.
Falanjistlerin de desteğiyle Sabra ve Şatilla mülteci
kaplarına girerek tarihin en büyük katliamlarından
biri gerçekleştirildi, binlerce Filistinli sivil
öldürüldü. Sabra ve Şatilla kamplarında
öldürülen sivillerin görüntüleri,
insanlık tarihine kapkara bir leke olarak geçti.
1982'de İsrail, Lübnan'a karşı savaş
ilan etti.
1987de Gazze'de Intifada adındaki ayaklanma
başladı. Kısa bir süre sonra intifada Batı
Şeria'ya da yayıldı. Aynı yıl, Filistin'de
Hamas, Şeyh Ahmed Yasin'in önderliğinde kuruldu.
1988de Filistin Özgürlük Topluluğu Arafat'ın
liderliğinde Birleşmiş Milletlerin 242. kararını
ve Filistin'de iki devlet fikrini kabul etti.
1992de
Israil'de İşçi partisi iktidara gelince bir barış
süreci de başlamış oldu. 1993te İsrail ve
Arafat Oslo Barış Anlaşmasını imzaladırlar.
Bu anlaşmanın sonucunda Arafat sürgünden kurtulup
Filistin'e geri döndü. 1994te Filistin Özgürlük
Harekâtı ve İsrail Kahire'de görüştü.
Bu görüşmelerde yapılan anlaşmanın
sonucunda İsrail'in Gazze'nin çoğunu ve Batı
Şeria'daki Erila şehrini Filistin'e bırakmasına
karar verildi.
Eylül 200'de Ariel Şaron'un Mescidi
Aksayı ziyaret etmesi, Filistinliler arasında büyük
bir öfkeye ve protesto gösterilerine yol açtı.
Bu olay 2. İntifadanın başlangıcı oldu.
2006-2007 yılları arasında Bu kez El Fetih ve
Hamas arasındaki çatışmalar gündeme
demgasını vurdu. Bağımsız Filistin için
mücadele eden bu iki gücün birbirine düşmesi
İsrail'in de işine yaradı.
2007 yılında
Arafatın ölümünden sonra yerine geçen
Mahmud Abbas ile Şimon Peres, Annapolis'te bir araya geldi.
İsrail, 27 Aralık 2008'de, Yahudilerce 'düğme
dikmenin' bile yasak olduğu cumartesi günü Gazze'ye
'Dökme Kurşun' adını verdiği bir operasyon
başlattı. Bir hafta havadan devam eden bombardımana
bir hafta sonra kara birlikleri de dahil oldu.
Dünyanın
en büyük toplama kampı olarak nitelendirilen Gazze'de
nüfus yoğunluğu o kadar yoğun ki bir metrekareye
5 Filistinli düşüyor.
Hamas'ı hedef
aldığını iddia eden İsrail'in tonlarca bomba
attığı Gazze'de ölü sayısı her
geçen dakika artmakla birlikte 566'ya yükseldi. İsrail'in
iddialarının aksine ölenlerin üçte biri,
sivil ve çocuklardan oluşuyor.
Kaynak :(Cihan)
1946'DAN 2008'E İSRAİL'İN
YAYILIŞI
Yukarıda gördüğünüz
haritalarda 1946 yılından 2009'a kadar İsrail'in
"topraklarını nasıl genişlettğinin
resmi"ni göreceksiniz. Filistin topraklarının
tükenişinin ve İsrail'in işgalinin resmidir.
İSRAİL'İN
HEDEFİ NE?
Hizbullah’ı hedefe koyup
Lübnan’ı ve oradaki Filistin mülteci kamplarını
vuran İsrail, şimdi de Hamas’ı ‘yok etmek’
için Gazze’ye saldırdı. İsrail geçen
hafta Hamas bahanesiyle vurdu 360 kilometrekareye sıkıştırdığı
Filistinlileri. İlk hedefi Gazze’deki kamu ve hükûmet
binalarıydı, bir haftanın sonunda vurulmadık
okul, cami, parti bürosu, resmî kuruluş kalmadı.
Sadece mekânlar değil çocuklar, kadınlar,
doktorlar ve ambulanslar da hedefteydi. Hatta, aylarca süren
ambargoda Filistinlileri açlıktan ölmekten kurtaran
tüneller de vuruldu. İsrail’in niyeti Filistinlilerin
tüm hayat damarlarını kesmekti. Ekranlara yansıyan
yaralı bir Filistinli babanın feryadı, katliamın
boyutlarını ortaya koyuyordu: “Biz siviliz. Hiçbir
örgüte bağlı değilim, sadece Filistinliyim.
Hepimizi cezalandırıyorlar. Sivillerin suçu ne?
Ölenler İsrailli olsaydı tüm dünya
ayaklanırdı. Biz insan değil miyiz? Kendi toprağımızda
yaşıyoruz, İsrail’den çalmadık.”
İsrail, 2006’da Lübnan’a yönelik
saldırısını tekrarlıyordu âdeta. Ancak
bu sefer daha planlı, daha sinsi ve daha acımasız...
Misket bombalarının yerini adı konmamış,
beyin travmasıyla ölüme yol açan silahlar aldı.
Camiler bile ‘Hamas militanlarının toplanma yeri’
veya ‘silah deposu’ olduğu gerekçesiyle
vurulurken, bilanço gün geçtikçe kabardı;
50’si çocuk 450 Filistinli hayatını kaybetti,
2 bine yakını da yaralandı (2 Ocak itibarıyla).
İsrail Genelkurmay Başkanlığı’na göre,
operasyonun ilk haftasında yaklaşık 500 hedef yok
edildi. İsrail, tüm dünyadan gelen ateşkes
çağrılarına kulak tıkadı.
SADECE
HAMAS’I DEĞİL, GAZZE’DEKİ FİLSİTİNLİLERİ
TASFİYE PLANI
Peki İsrail ne yapmaya
çalışıyor? Gazze Şeridi’ndeki birçok
stratejik hedefe yönelik eş zamanlı ve şiddetli
saldırılar aslında büyük bir planın
yansıması. İsrail’in sadece Hamas’ı
hedef almadığı, Gazze’deki tüm
Filistinlileri yerinden edecek bir savaşa hazırlandığı
hissediliyor. Çok net ve planlı olarak Gazze’nin
muhtemel bir kara harekâtına karşı direniş
noktası olabilecek tüm altyapısını yıkıyor.
Ortadoğulu yorumcuların ifadesiyle, tankların yolunu
açıyor. Hâlbuki İsrail ordusu daha önceki
Gazze saldırılarında sadece Kassam füzelerinin
yapıldığı atölyeler ile fırlatma
noktalarını tespit edip havaya uçuruyordu. Şimdi
ise yer altı ve yer üstü kaynakları ile sivil
halk “Hamas’ı hedef alıyorum” bahanesiyle
yok ediliyor. Bir İsrailli komutanın, “Hamas ile
uzaktan yakından alakası olan herkes ve her şey yok
edilecek.” demesi operasyonun çok kapsamlı olduğunu
ve devam edeceğini de ortaya koyuyor. Diğer taraftan
İsrail, daha yapacak çok şeyi olduğunu
gösterircesine başta Birleşmiş Milletler (BM) ve
Türkiye olmak üzere tüm dünyadan gelen ateşkes
baskısını göz ardı ediyor. Ateşkesi
kabul etmeyi “Hamas’ı meşrulaştırmak”
olarak yorumluyor. Hamas’ın yolladığı
‘Kassam’ füzelerini de kendi haklılığını
göstermek için kullanıyor. Seçimle gelmiş
ve Gazze bölgesini yöneten Hamas’ı ‘terör
örgütü’ olarak gördüğünü
tekrar ederek, “Siz de olsanız aynı tepkiyi
gösterirsiniz.” savunmasını yapıyor.
İsrail, Hamas’ın füzelerden dolayı bugüne
kadar beş vatandaşının hayatını
kaybettiğini ileri sürüyor. Ancak, bununla ilgili net
kanıtlar ortaya koymaktan kaçınıyor.
İsrail’in
korkulu rüyası(!) Kassamlar sahneye 2000 yılında
çıkmıştı. İngiliz manda yönetimine
karşı 1930’larda başlatılan ilk Filistin
direniş hareketinin önderlerinden İzzettin Kassam’dan
adını alan bu roketler, Gazze’de metal atölyelerinde
üretilen; 10 kilogramlık savaş başlığı
taşıyabilen basit ve ilkel silahlar. İsrail’i
korkutan ise son altı ayda Kassamların menzilinin 6
kilometreden 40 kilometreye çıkmış olması.
Balistik ve teknolojik açıdan düşünüldüğünde
bu bir devrim. Gazze’den İsrail’in güneyine
yönelik füze saldırılarının hedefleri
arasına Aşdod, Aşkelon, Kiryat Malaç, Ber-Şiba
gibi bugüne kadar güvenli görülen yerler de girdi
artık. İsrail, 300 bin nüfuslu bir bölgesinin
tehdit altında olduğunu savunuyor.
Amerikan menşeli
2,5 tonluk lazer güdümlü bombalarla hava ve denizden
devam eden bombardımanın yanı sıra Gazze
Şeridi’nin sınırları boyunca tanklarını
konuşlandırması İsrail’in operasyonu daha
da genişleteceğinin göstergesi. Kaynaklar, İsrail
özel güçlerinin küçük gruplar
hâlinde birkaç kez Gazze’ye girdiğini ve vur
kaç operasyonlarına başladığını
öne sürüyor. Ayrıca bu özel güçlerin
yeni hedefleri işaretlediği, kente girecek tank ve zırhlı
araçların güzergâhını temizlediği
belirtiliyor.
Diğer taraftan şu ana kadarki
bombalama taktiği, ABD’nin Bağdat bombardımanına
benziyor. Yani bir kara harekâtına engel olabilecek bütün
insan kaynaklarını, polis akademisini, güvenlik
güçlerinin merkezlerini, korunaklı binaları
ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla bu bombardıman
kara harekâtını haber veriyor. Todays Zaman Ankara
Temsilcisi Kerim Balcı’nın tabiriyle İsrail Eğer
Hamas’ı belli bir pozisyona zorlasaydı, kara
harekâtını düşünmezdi. Ama açıkça
Hamas’tan bir pozisyon beklemiyor, onu yok etmeye geldiğini
söylüyor: “Teslim olması, silah bırakması
gibi hiçbir çağrıya tenezzül dahi
etmiyor. ‘Yok etmeye geldim’ diyor. Ateşkes
çağrılarına kulak asmamasının sebebi
de bu aslında.”
YENİ
PLAN: KARA HAREKÂTI MI? HAMAS LİDERLERİNE SUİKAST
MI?
İsrail’in kara harekâtıyla
özel kuvvetlerini Gazze’ye sokup Hamas’a yönelik
suikastlara girişebileceği de öngörülüyor.
Daha önce bu birlikler adını, Şeyh Ahmet Yasin’e
düzenlenen suikastta duyurmuştu. İsrail’in
elinde bu tür suikastlar için yeterli istihbaratın
bulunduğu da biliniyor. İsrail istihbarat birimleri, bu
suikastlarla Hamas’ın lider kadrosunu ortadan kaldırmak
da isteyebilir. Hatta operasyon sırasında öldürülen
Hamas’ın önde gelen siyasi liderlerinden Nizar Rayan
ve beraberindeki 10 kişilik grubun yerini Gazze’ye sızan
bu özel birliklerin tespit ettiği belirtiliyor. Güvenlik
uzmanlarına göre ise, ağır bombardımanla
Gazze sokaklarını yerle bir ederek bir harekâta
girişeceği görüntüsü verse de İsrail’in
asıl amacı Hamas liderlerini vurmak. Geçmişte
Şeyh Ahmet Yasin, Fethi Şikaki, Yahya Yaş, Abdülaziz
Rantisi gibi Hamas’ın üst düzey yöneticilerine
suikastlar düzenlemişti İsrail gizli servisi MOSSAD’ın
özel birlikleri.
Öte yandan Hamas’ın
İsrail’i kara saldırısı için tahrik
ettiğini ifade edenler var. Bu tezin haklılık payı
da olabilir. Çünkü Hamas’ın 6 ay süren
ateşkes dönemini boş geçirmediği menzili
uzayan Kassam füzelerinden belli. Buna ek olarak Hamas’ın
Gazze’nin her tarafına kara mayınları ve bubi
tuzakları döşediği konuşuluyor. Hamas’ın
özellikle Cenin ve Lübnan’da İsrail tanklarına
kan kusturan mekanizmalar hazırladığı, Gazze’ye
girmesi hâlinde İsrail ordusuna hezimet yaşatacağı
dile getiriliyor. Gazze’nin dar sokaklarında İsrail
tanklarının hızlı hareket edemeyeceği,
yaklaşık 150-200 bin eğitimli ve silahlı
savaşçısı bulunan Hamas’ın İsrail
askerlerine ağır kayıplar verdirebileceği de
ortada. Muhtemel bir kara operasyonunda İsrail, karşısında
taş atanları değil, donanımlı bir askerî
güç bulacak.
‘ŞAHİNLER’
İÇ SİYASETE Mİ OYNUYOR?
İsrail’de
genel seçime haftalar kala düzenlenen Gazze operasyonunun
iç siyasete bakan yönleri de var elbette. Operasyondan
sonra yapılan bir anket, İsraillilerin yüzde 81’inin
operasyona destek verdiğini ortaya koydu. Bu rakam harekât
başlamadan önce yüzde 60 düzeyindeydi.
Operasyonla
birlikte yolsuzluk suçlamalarından dolayı hükûmetten
düşen ve erken seçime giden Başbakan Ehud
Olmert’in partisi Kadima’nın oy oranını
yükselttiği görüldü. Oysa Başbakan
Olmert, 7 Aralık’taki olağan bakanlar kurulu
toplantısında Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere
yönelik saldırılarını ‘soykırım’
olarak nitelemişti. 20 günün ardından bu sefer
bizzat kendisinin daha büyük bir katliama imza atması,
Gazze operasyonunun arkasında iç politik hesapların
olduğu tezini güçlendiriyor. Seçim
anketlerinin Likud lideri Benyamin Netanyahu’nun tek başına
iktidar olacağını göstermesi hem Savunma Bakanı
Ehud Barak’ın İşçi Partisi’ni hem
de Kadima’nın yeni lideri Dışişleri Bakanı
Tzipi Livni’yi rahatsız ediyordu. Operasyon İsrail’deki
iç siyasi dengeleri değiştirirken, İsrail
basını da ‘Operasyon seçim için mi
yapıldı?’ tartışmalarını
başlattı.
Peki, İsrail neden durdurulamıyor?
Bu sorunun cevabını belki de yarım asır öncesinde
aramak gerekiyor. Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin
1920’de Filistin üzerinden İngiliz mandasını
tanıması; 1947’de ise Filistin’in biri Yahudi
öteki Arap iki devlet olarak paylaşılmasına karar
vermesi çatışmanın temellerini oluşturuyor.
İlk hata o dönemde yapıldı. Bir yıl sonra
İsrail devleti kurulmasının üstünden 24 saat
geçmeden, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan
ve Irak orduları İsrail topraklarına girmişti.
İsrail-Arap savaşı olarak dünya tarihine geçen
bu olaydan başlayarak Filistin meselesi hep bir alt başlığa
indirgendi. 1940’larda Arap-İsrail çatışması
olarak görülen mesele, 1980’lere gelindiğinde
Filistin-İsrail, son birkaç yıldır da
Hamas-İsrail çatışmasına indirgenmiş
durumda. Kuşkusuz, Ortadoğu’daki komşu Arap
devletlerinin izlediği ‘çözümsüzlüğe
destek olan’ politikalarla İsrail’in sınır
tanımazlığı işin bu noktaya gelmesinde
etkili oldu. Bugün Filistin’in El Fetih ve Hamas diye iki
ayrı halk hareketine bölünmesinin temelleri de hemen
Yaser Arafat’ın ölümünden önce
atılmıştı.
Balcı da, dünyanın
İsrail’in gösterdiği ve herkesin kabullendiği
hâliyle Filistin meselesini ‘Hamas-İsrail
çatışması’ndan ibaret görmenin
çözümsüzlüğün en temel
sebeplerinden biri olduğunu söylüyor.
İsrail,
‘Trans Jordan’ adını verdiği bu coğrafyada
Büyük İsrail’in kuruluşunun İngilizlerin
diplomatik oyunlarıyla engellendiğini düşünüyor.
Filistin devletinin olmaması, İsrail’in devlet
meşruiyeti arkasına gizlenerek istediğini yapması
sonucunu doğurdu bugüne kadar. Bu saldırgan
politikanın koruyucusu kuşkusuz ABD oldu. Bush yönetiminde
İsrail tehditleri Suriye ve Lübnan’dan İran’a,
Irak’a kadar uzandı. Ancak Barack Obama’nın
seçilmesinden sonra dünya diplomasi ağında
oluşturulan mitler ve aşırı iyimser beklentiler
son saldırıların neden bu kadar insafsız
olduğunun göstergesi.
Bununla birlikte İsrail’i
dizginleyebilecek tek ülke konumundaki ABD’nin sessiz
kalması, BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail’e
karşı muhtemel bir karara karşı veto gücünü
kullanacağını hissettirmesi, İsrail’in
durdurulmasının önündeki en büyük
engel. İsrail, Hizbullah’a yönelik saldırısında
Bush yönetiminden aldığı desteğin bir
benzerini bugün Gazze konusunda görüyor. Ayrıca
saldırının Bush’un başkanlıktan
ayrılma, Obama’nın Beyaz Saray’a çıkma
dönemine denk getirilmesi de Washington yönetiminin daha
rahat davranmasına yol açıyor. Her ne kadar
Obama’nın önce Afganistan sorunuyla yüzleşeceği
tahminleri yapılsa da ilk büyük dış politika
sınavı müttefik ülke İsrail kaynaklı
oldu. Fakat Obama’nın sessizliği İsrail’e
destek verdiği anlamına gelecek ve ileride İsrail-Filistin
sorununa yeni bir yaklaşım getirme vaadini de olumsuz
etkileyecek. İsrail’in saldırısını
yeni yıl ve Noel kutlamalarına denk getirmesi ve dünyanın
küresel krizle uğraşması yüzünden
tepkiler zayıf kaldı.
Arap dünyasının
Filistin konusundaki ayrışması da İsrail’in
frenlenememesinin sebeplerinden biri. Çoğu Arap devleti
Hamas’a destek vermiyor. Mesela Suriye ve İran Hamas’a
etkin ve fiili destek verirken, Ürdün, Mısır ve
Suudi Arabistan El Fetih’ten yana tavır koyuyor. Hatta
bazı Arap ülkeleri Hamas’ın ileride Batı
Şeria’ya da hâkim olabileceğini düşündüğünden
İsrail’in Gazze operasyonunu kasıtlı olarak
görmezden geliyor. Bu ayrışmada Sünni- Şii
cepheleşmesinin yanında nükleer bombaları bulunan
ve fevri hareket edip uçak menziline giren noktaları
vurabilen İsrail’den çekinmenin de etkisi
var
Durumun her geçen gün daha kötüye
gitmesi, hem ABD’nin hem de Birleşmiş Milletler’in
Gazze’deki sivilleri korumak için önlem alabilme
gücünü zayıflatıyor. Arap dünyasının
Arap Birliği ve İslam Konferansı Teşkilatı
(İKT) üzerinden İsrail için alacağı
kararların Tel Aviv nezdinde bir anlam ifade etmeyeceği
görülüyor. ABD’nin 2003’teki Irak
işgalinin ardından bölgesel Arap rolünün
zayıfladığı da bir gerçek. Buna ek olarak
uzmanlar, uluslararası hukukun ve BM, NATO gibi kurumların
ABD vetosundan dolayı yaptırım gücünün
bulunmadığına işaret ediyor. Ancak muhtemel bir
müdahalenin BM ve AB’nin de baskısıyla ABD
üzerinden gelebileceği, İsrail’in ancak
Washington üzerinden durdurabileceği vurgulanıyor.
Barışın oraya bir barış misyonu göndererek
değil, bizzat İsrail’i operasyondan vazgeçirmekle
mümkün olduğu ifade ediliyor. Hamas’ın tek
taraflı ilan edeceği ateşkesin bu sürece olumlu
bir katkı sağlayacağı kesin. Ancak BM’nin,
Güvenlik Konseyi’nde zorla da olsa çıkarılacak
bir karar doğrultusunda bölgeye bir barış gücü
göndermesi zor görülüyor. Zira İsrail,
Lübnan’da bu tür görevler üstlenen BM
askerlerini hedef almış, onlara zayiat
verdirmişti.
İran’dan yükselen ses de özü
itibarıyla Filistinlilere destekten çok onları
‘tahrik’ niteliği taşıyor. Gazze’deki
direnişi kutsallaştıran Tahran, İsrail’i
uyarmak yerine Filistinlileri savaşa itiyor. İran’ın
savaş tamtamları Lübnan’daki Hizbullah’ı
da harekete geçirebilme riskini içinde barındırıyor.
Hizbullah’ın Gazze saldırısını
protesto etmek amacıyla İsrail’e göndereceği
tek bir füze, ateşin tüm Ortadoğu’ya
yayılmasına yol açabilir.