Zalim İsrail Neden Boykot Edilmeli?

Haydi Hayber Kalesini Kuşatmaya

Dünya tarihinde hiç bir dönemde bu kadar zulüm ve haksızlık ile birlikte koyu bir karanlık çökmemişti insanlığın üzerine. Tarihte hiç olmadığı kadar katmerlenmiş, cilalanmış bir işgal, ihanet ve katliam ile birlikte insanlık sapkınlık batağında çırpınmaktadir. İslam ümmeti ise kederlenmiş bir vaziyette en korkunç cehalet çağını yaşamaktadır. Adeta cilalı taş devrini yaşamaktadır. Aydınlık güneş olan islamin evrensel hak ve adalet anlayışı yeryüzünden silinmiş. Çünkü islami düşünce zihinlerden ve hayatlardan uzaklaşmış bulunmaktadır. Küresel zalimler zihinleri modernizm ile cilalayıp dünya üzerinde kendi hakimiyetlerini kurmak için yine müslümanların dağınık ve parçalanmış halinden, gaflet uykusundan faydalanmaktadır.

Başta kudüs olmak üzere tüm işgal coğrafyasında, mazlum beldelerde yahudilerle mücadelede nebevî metod uygulanmadan başarı elde edilemez. O gün yani 1400 yıl önce Hayber kalesine sığınan yahudiler yiyecek ve içecek stok ederek peygamber efendimizin kuşatmayı kaldırıp gideceğini düşünüyorlardı. Akıllarınca kaleleri çok sağlamdı, sarp ve kayalıktı, yüksek bir yerdeydi. Ok atılsa geri dönüp geliyordu. Taş atılsa yetişmiyordu. Hayber Kalesi yıkılmıyor ve feth edilemiyordu.

İslam ordusu kararlı bir şekilde günlerce bekledi, kaleyi kuşatma altında tuttu. Ama Yahudiler can korkusu ile kalelerinden çıkmıyorlardı. Müslümanların yiyecekleri ile beraber moralleri de bitmek üzereydi.

Epeyce uzun bir bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz (sav) yeni bir strateji geliştirdi.

Kaleyi besleyen tüm hayat damarları kesilecekti. Bunun için yahudilere ait tüm hurma ağaçları kesildi. Hayber yahudilerinin ekonomisi böylece kökünden kurutulmuş oldu. Servetleri bitirilmiş oldu. Gelecekle ilgili bütün hayalleri devrilmiş oldu. Çünkü yahudi için para, servet, zenginlik demek, herşey demekti. Ağaçlar kesildikçe artık onlar için direnme umudu da kesiliyordu. En sonunda anlaşma yapıp alabildikleri kadar yükle birlikte Hayberi terk edip gitmek zorunda kaldılar. Böylece yahudiler yaptıkları ihanetin sonunda zorla sürgün edilip başka yerlerde yaşamak için bölgenin dışına çıkarıldılar. Çünkü yahudi hep haindir ve ancak zorbalıktan anlar.

Şimdi yeniden hayber kalesini kuşatmanın zamanı gelmiştir. Tüm müslümanlar tel avivi işgal etse yahudi ne kadar dayanabilir? Şimdi yahudinin tüm dünya üzerindeki hurma ağaçları konumunda olan ürünlerini kesmenin, fabrikalarını kapatmanın zamani geldi.

Hayber savaşına katılmak istiyorsak herkes yahudi ürünlerini boykot edip tel avivi kuşatmalıdır. Lanetlenmiş yahudi bu kutsal coğrafyadan sökülüp atılmalıdır. Yahudiyi besleyen tüm hayat damarları kesilmelidir. Hurma ağaçlarının kesilmesi, hayberin kuşatılması da göstermektedir ki israil yumuşaklıktan, sözden anlamaz. Ancak zor kullanmaktan, zorbalıktan anlar. Ona anladığı dilden cevap vermek gerekir.

Gerçekci olarak düşünmek zorundaysak hamasetle, sövmekle bir sorun çözülmüyor. Sert sözlerin hiç biri Yahudi’ye ulaşmaz.

Müslümanların evine giren her Yahudi malı, kullandığımız her Yahudi malı, deterjanı İçtiğimiz her yahudi malı, suyu ve diğer ürünler dondurmalar hepsi günümüzde yahudi için bir hurma ağacıdır.

Çağdaş küresel yahudilere karşı çağdaş Hayber savaşına katılmak istiyorsak elimize boykot baltasını alıp hurma ağaçlarını kesmek için koşma zamanıdır.

Durmak ve konuşmak zamanı değil, ayağa kakmak ve eyleme geçmek zamanıdır. Kudüs insanlığın onuru ve direnişidir. Önce Kudüs kurtarılacak sonra diğer bütün ciğerparelerimiz. Kudüs özgür olmadan insanlık asla özgür olamaz. Kudüs kurtarılmadan müslümanların onuru kurtarılamaz.

Alıntı:

İsmail Okutan

RÛME KUYUSU

Medine’de Hz. Osman tarafından satın alınarak vakıf haline getirilen kuyu.

Medine’nin güneybatısında yer alan Akīk vadisinin aşağı kısmında sel sularının toplandığı yerde şehrin en eski kuyularından biridir. İlk defa kimin tarafından kazıldığı bilinmeyen kuyu bir ara kapanmış, İslâmiyet’in doğuşu sırasında Müzeyneliler’den biri tarafından yeniden açılmıştır. Adını, bu kuyudan insanlara su dağıtan Rûme adlı bir kadından veya daha sonra mülkiyetini ele geçiren Rûme el-Gıfârî adlı şahıstan ya da Akīk’ın bu bölgesinin aynı isimle anılmasından aldığı rivayet edilmektedir (Belâzürî, II, 200).

Hicretten sonra müslümanlar Medine’de içme suyu sıkıntısı çekmeye başladı. Şehrin içme suyu kaynaklarının başında gelen Rûme Kuyusu’nun sahibi olan ve bazı rivayetlerde yahudi olduğu bildirilen kişi kuyunun suyunu satıyordu. Resûlullah ona ücret almaktan vazgeçmesini teklif edince geçim için başka bir gelirinin bulunmadığını belirterek bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, kuyuyu satın alıp müslümanların istifadesine sunacak şahsa bu hizmetine karşılık olarak cennetin verileceğini, bütün günahlarının bağışlanacağını, kendisine cennette bu kuyudan daha güzel bir su kaynağının verileceğini bildirdi (Buhârî, “Müsâḳāt”, 1, 74; Tirmizî, “Menâḳıb”, 57; İbn Sa‘d, I, 392). Hz. Osman, Rûme Kuyusu’nu satın almak istedi. Sahibi tamamını satmaya yanaşmayınca yarı hissesini alarak kuyuyu nöbetleşe kullanmak üzere onunla anlaşma yaptı. Daha sonra ortağı kendi hissesini de satmak isteyince tamamını aldı ve müslümanların kullanımına sundu. Kaynaklarda Hz. Osman’ın Rûme Kuyusu’na 20.000, 30.000, 35.000 veya 40.000 dirhem ödediği rivayet edilir. Bu rivayetlerden aynı zamanda Hz. Osman’ın kuyunun tabanını genişleterek suyunu arttırdığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, Bi’rü Osman adıyla da meşhur olan Rûme suyundan Hendek Gazvesi’nde içerek suyun tadını övmüştür (a.g.e., I, 390, 392). Hz. Osman’ın İslâm’da ilk vakıf örneklerinden biri olan bu davranışı Resûl-i Ekrem tarafından övüldüğü gibi Medineliler’in hâfızasında da derin izler bırakmıştır. Hz. Osman, evini kuşatan isyancıları vazgeçirebilmek için onlara Rûme Kuyusu’nu satın alması ve Tebük ordusunu donatması gibi cennetle müjdelenmesine vesile olan iyiliklerini de hatırlatmıştı.

Ömer b. Abdülazîz gibi Medine valileri tarafından Rûme Kuyusu’na özel önem verilmiş ve taşla örülerek muhkem hale getirilmiştir. Ancak Abbâsîler döneminde Medine’nin nüfusunun azaldığı yıllarda şehir merkezinden oldukça uzakta bulunan Rûme Kuyusu’nun suyuna ihtiyaç duyulmadığı da olmuştur. Bununla birlikte kuyu Medine’nin en kaliteli suyu olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmemiş ve Medine’ye gelenler tarafından ziyaret edilmiştir (İbn Cübeyr, s. 151; İbn Battûta, I, 144). Daha sonra kullanılamaz hale gelen kuyuyu 750’de (1349) Mekke Kadısı Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed et-Taberî ıslah etmiş ve suyunu arttırmak için tabanını tekrar genişletmiştir. Medine’ye üç defa giden Ayyâşî (ö. 1090/1679), şehre uzaklığından dolayı Rûme Kuyusu’nu ancak bir defa ziyaret edebildiğini kaydeder (er-Riḥletü’l-ʿAyyâşiyye, I, 268). 1040 (1630-31) yılında yeniden tamir edilen kuyunun çevresi ağaçlandırılmış ve yanına küçük bir mescid inşa edilmiştir. Ardından Medine’ye gelen yabancıların ve fakirlerin geceledikleri bir mekân haline gelmiştir (Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 1075). Osmanlı döneminde birkaç defa tamirat geçiren Rûme Kuyusu, Medine Suûdî idaresine geçince Mescid-i Nebevî’ye ait vakıf alanı içerisinde kalmıştır. Günümüzde etrafında iki ayrı kuyunun kazıldığı Rûme Kuyusu süs bitkileri ekimiyle deneme üretiminin yapıldığı bir alanda bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA

İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 390, 392.

İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 152-154.

Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), II, 200-202.

İbn Cübeyr, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dârü’ş-şarkı’l-Arabî), s. 151.

İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî, ed-Dürretü’s̱-s̱emîne fî târîḫi’l-Medîne (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb), Kahire 1416/1995, s. 107-109.

Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, I, 299-300.

Cemâleddin el-Matarî, et-Taʿrîf bimâ enseti’l-hicre min meʿâlimi Dâri’l-hicre (nşr. Saîd Abdülfettâh), Mekke 1997, s. 157-159.

İbn Battûta, Tuḥfetü’n-nüẓẓâr, I, 144.

Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1404/1984, III, 967-971.

Ayyâşî, er-Riḥletü’l-ʿAyyâşiyye, Rabat 1397/1977, I, 268.

Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 1075.

M. M. Hasan Şürrâb, Aḫbârü’l-vâdi’l-mübârek el-ʿAḳīḳ, Medine 1405/1985, s. 132-133.

Zalim İsrail Neden Boykot Edilmeli?

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de iki tip zalim veya zulüm üzerinde durulmaktadır. Bunlardan “biri itikad diğeri ahlâk alanlarıyla ilgili olmak üzere“dir. İtikad manasında olan zulüm “şirk, inkâr, günahkârlık, Allah’ın koyduğu kuralları, sınırları çiğneme ve aşma” gibi anlamları ifade eder. Örneğin; “Allah’ın kanunlarını çiğneyenler zalimlerdir; kâfirler zalimlerin kendileridir.” (Bakara 2/229) Diğer alan olan ahlakla ilgili ise; “haddi aşmak, başkasının hakkını ihlâl etmek, başkasına zarar vermek” gibi anlamları ifade eder.

Öyleyse yüce kitabımızda Allah’ın emirlerine karşı gelerek, onlara itaat etmeyerek zulüm işleyen, yani kendine, kendi nefsine zulmeden zalimlerden ve gücü, parası veya herhangi bir zenginlik veya üstünlüğüyle kendisinden zayıf ve aşağı olanlara zulmeden zalimlerden bahsediliyor.

Şu an ele alacağımız ise ikinci tip zalimler yani başkalarına mevcut olan üstünlükleriyle her şeyi reva görenler olacaktır. Bir zalim düşünün ki yaşadığınız ve size ait olan şehri yavaş yavaş işgal etsin. Etrafını duvarlarla çevirsin ve dış dünyayla olan bağlantınızı neredeyse tamamen kessin. Çalıştığınız fabrikalar ve işletmeler gibi tüm işyerleri kapatılsın veya çalışamaz duruma getirilsin. Ticarethaneler ticaretini yapacak mallara ulaşamasın. Tarım yapabileceğiniz verimli alanların üzerine yollar ve binalar yaparak, mahsullerinizi sulamanızı engelleyerek veya mahsulünüzü yakarak veya zehirleyerek bu yönde üretiminizi de engellesin. Evlerinizde çoluk çocuğunuzla birkaç lokma ekmeğe muhtaç olsanız. Yetmezmiş gibi o zalimler gelip sizleri evlerinizden zorla çıkarsa, size birkaç dakika süre verip evi boşaltmanızı aksi takdirde beton mikseriyle evinize beton dolduracaklarını söylese, eğer direnirseniz de oracıkta bir kör kurşunla ölebileceğinizi ya da gözaltına alınacağınızı ve bu gözaltının belki de yıllarca bir kör zindanda çeşitli işkenceler altında olacağını bilseniz. Ya da çocuğunuz hasta olduğunda götüreceğiniz hastane harap olsa veya derdinize deva olacak ilaçlara ulaşamasanız. Sokakta bir gün yok yere öldürülseniz eşiniz dul, çocuklarınız öksüz veya yetim kalsa ya da yaşadığınız size ait olan o şehre bombalar yağdırsalar hedef gözetmeksizin. Bir zalim düşünün tüm bunları o masum insanlara uygulayan… Tüm bu gaddarlıkların hepsini yıllarca yapan zalim devlet kuşkusuz İsrail’dir. Tüm bunlara da göğüs geren masumlar da Filistin’in Gazze’nin masumlarıdır.

İnansın ya da inanmasın vicdanı olan her insan, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözüne hürmeten bu zulümler ve haksızlıklar karşısında azap duymalı ve susmamalıdır.

Peki neden susmayalım? Bize ne oradaki insanlardan ve onların yaşadıklarından? Onlar zamanında bize yaptıklarını çekiyor, Osmanlı’ya sırt çeviren Araplar şimdi ne halleri varsa görsünler.” mi demeliyiz yoksa Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e mi kulak vermeliyiz:

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, yalan söylemez ve ihtiyacı olduğunda onu yüzüstü bırakmaz.” (Tirmizi, Birr 18) Öyleyse müslümanım diyen bir kimse için her müslüman ve müslüman Filistinliler birer kardeştir. Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere de ihtiyaç halindeki Filistinli kardeşlerimizi yüzüstü bırakmamalıyız. Onlara yapılan zulümler karşısında susmamalı ve tarafımızı belli etmeliyiz. Nasıl Nemrut, Hz. İbrahim (as)’i ateşe atacağı vakit bir karınca ağzında bir damla suyla o devasa ateşi söndürmeye niyet etti ve tarafını belli ettiyse; biz de az çok demeden bu zulümler karşısındaki tavır ve duruşumuzu sergilemeliyiz.

Bizler rahat ve lüks içindeki yaşamlarımızda daha iyi evler, arabalar, işler hayalleri kurarken o insanlar belki bir lokma ekmeğin, bir rahat yatağın ve belki de yurtlarında huzurlu bir yaşamın hayalini kuruyorlar. Peygamber Efendimiz bir başka hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Sizden birisi kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe kâmil manada iman etmiş olmaz.” (Buharî, İmân 7) Gerçek manada iman edebilmek için kendimiz için istediğimiz o lüks ve rahat yaşamı onlar için de istemeliyiz, en azından o hür yaşamı elde etmelerini dilemeli, istemeli ve o yönde çaba göstermeliyiz.

Peki biz bu zulüm ve haksızlıklar karşısında ne yapmalıyız? Yine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Sizden biri bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin, yetmezse diliyle düzeltsin, onu da yapamazsa (hiç olmazsa) kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.“ (Tirmizi, Fiten, 11) Yaşanan bu kötülükleri gördükten sonra bu hadis-i şerifin gereğini yapmak gerekiyor. İlk olarak gücümüz yetiyorsa elimizle düzeltelim, elimize silahımızı alıp savaşmaya gidelim desek günümüz şartlarında pek mümkün görünmüyor ve kimse de rahat yuvasını bırakıp bunu gerçekleştirecek değil. İkinci olarak dilimizle söyleyelim, gidelim İsrail’le konuşalım desek bu da pek mümkün olmamakla birlikte söylesek de anlayacak ve zulmünü sonlandıracak bir devlet yok karşımızda. Belki farklı mecralarda bu zulümleri ifşa ederek bunun gereğini yerine getirmiş olabiliriz. Son olarak kalben buğz ediyoruz, vicdanı olan her insan da bunu yapıyor yapmasına ama Peygamber Efendimiz bunu iman noktasında pek yeterli bulmuyor. Öyleyse imanımızı kurtarmak ve derecesini yükseltmek için elimizle düzeltme hususunda elimize silahı alıp savaşmak dışında farklı bir şey yapmalıyız.

Yüce Allah (cc) Hûd Suresi 113. ayette şöyle buyuruyor: “Zalimlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” Bu ayet müslümanın zalimlere ve zulme karşı nasıl bir duruşu olması gerektiğini ifade ediyor. Allah’ın dostluğunu ve yardımını yitirmemek, cehennem ateşinden uzak olmak için zalimlere meyletmemek gerekiyormuş. Peki zalimlere meyletmek nasıl olur? Yapılan zulümlere rıza göstererek, hiç olmuyormuş gibi yaşayarak, hoş karşılayarak ve en önemlisi de o zalimlerin safında durarak onlara meyletmiş olabiliriz. Demek ki yapılan zulümlere rıza göstermeyip bunlara sesimizi ve yükseltmemiz gerekiyor. Çok şükür ki zalimin saflarında da yer almıyoruz. Peki zalimlerin safında olmak demek illa onlarla omuz omuza mazlumla savaşmak ve mazluma zulmetmek midir? O zalimlerin değirmenlerine su taşıyarak, küçük büyük demeden onlara maddi destek olmak da onların safında yer almak ve o zalimlere meyletmek değil midir?

Şüphesiz ki mahşerde Allah’ın huzuruna çıktığımızda tüm hayatımızdan ve Rabbimiz için ne yaptığımızdan sual olunacağız. “Ey Rabbim senin için namaz kıldım, kurban kestim, hacca gittim, bu sıcak günlerde oruç tuttum.” diye cevap versek yeterli olacak mıdır? Yüce Allah, Zilzal Suresi 7 ve 8. ayetlerde “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” buyuruyor. Demek ki sadece yaptığımız ibadetlerden sual olunmayacağız. Öyleyse “Filistin’de o mazlum insanlar ölürken sen ne yaptın?” sorusunun da muhatap olacağımız sorulardan biri olması muhtemeldir. Bu soruya cevaben şunları söylesek: “Rabbim, Ramazan’dayız, senin rızan için oruç tutuyoruz, günler uzun ve sıcak olduğundan çok susuyoruz. İftarımızıDamla” su ile açıyoruz. Yemekte de pilav oluyor yanında da “Coca Cola” ya da “Fanta” iyi gidiyor. Yemeği de biraz fazla kaçırınca yine “Damla” maden suyuyla rahatlıyoruz. Teravihten sonra da bir kase “Algida” dondurma iyi gidiyor, serinletiyor. Çocuklara da “Danone” meyveli yoğurt alıyoruz. Üzerine döken olursa hanım “Ariel” deterjanla yıkıyor, tertemiz oluyor, en iyi o leke çıkarıyor. Bizim ufaklığın altına da “Primabağlıyoruz, sızdırmıyor, rahat ediyor, sabaha kadar hiç uyanmıyor.” pek de yanlış olmaz. İsrail’e ve İsrail ordusuna desteğini alenen açıklayan bu birçok firmanın ürünlerini alarak o mazlumların ölümlerine biz de katkı sağlıyor, bir mermiyi belki de bir bombayı biz atıyoruz. Zalimlerin yanında yer alıyor, onlarla saf tutuyor ve aslında onlara meylediyoruz. Biri gelse dese ki “Şu bezi çocuğuna bağla hiç sızdırmayacak, ya da bu içeceği iç en asitli olanı ve tadı güzel olanı bu, ya da bu deterjanla yıka hiç leke kalmayacak ama ben de senden aldığım parayla bir silah alıp senin kardeşini öldüreceğim.” Bunu diyen o adamı ya döveriz, ya yanımızda kovarız, ya söveriz ve ya da hiç değilse o sattığı malı almayız. Bunu diyen adamın malını alan bir insan nasıl büyük bir gaflete düşerse biz de İsrail ordusuna destek veren bu firmaların mallarını alarak ne yazık ki idrak edemediğimiz büyük bir gafletin içerisinde düşüyoruz.

Ey Müslüman! Böyle büyük bir gaflete düşmek istemiyorsan, zalimlerle saf tutup onlara meyletmek istemiyorsan, bu gördüğün ve vicdanını sızlatan zulümlere karşı buğz etmek dışında bir eylem gerçekleştirmek ve imanının derecesini yükseltmek istiyorsan İsrail’e ve ordusuna desteğini açıklayan firmalarının ve zalim İsrail’in ürünlerini satın alma, yakınlarına da aldırma, BOYKOT et!

TÜRKİYE'DE SATILAN İSRAİL MARKA ÜRÜNLER

Giyim Sektörü:

Timmy Hilfiger Nike Adidas Vakko Polo Ralph Lauren Parizyen Müjde Hugo Boss Calvin Klein Levi's Timberland Giorgio Armani Lee

Gıda Sektörü:

Danone Maggi Jacobs Banana McDonald's Burger King Knorr Calve Komili Becel Sırma Rama Sana First Sakız Falım Kraft Fritolay Milka Ruffles Doritos Lays Cheetos

İçecek Sektörü:

Coca Cola PEPSİ Yedigün Sprite Fanta Schweppes Damla Su Sırma Hayat Danone Cappy Meyve Su Sensun Akmina

Temizlik Sektörü:

Ace (Çamaşır Suyu) Air Wick Ajax Aldays Alo (Çamaşır Tozu) Ariel (Çamaşır Tozu) Axe Calgon Carrefour Cıf Clear (Şampuan) Clit Bang Colgate Dettol Domestos (Çamaşır Suyu)

Dove Elidor (Şampuan) Fairy Finish Head & Shoulders Hacı Şakir Ipana (Diş Macunu) Jhonsons Baby Loreal (Şampuan) Lux Max Factor Nıvea Omo (Çamaşır Tozu) Oral-B Orkıd (Özel) Palmolive Pantene (Şampuan)

Prıma (Bebek Bezi) Rejoıce (Şampuan) Prima Protex Rejoice Rexona (Şampuan) Rinso (Çamaşır Tozu) Sensodyne Signal (Diş Macunu) Unilever Viecnetta Vileda Vanish Vaseline Veet Vim Yumoş

Teknoloji Sektörü:

IBM Intel Dell Nokia Icq IPhone Windows

729 barkod numarası ile başlayan ürünlerin İsrail menşeili olduğu ve kullanılmaması isteniyor.Tüketiciler Birliği de bir liste yayınladı.

Tüketiciler Birliğinin açıkladığı boykot edilecek İsrail ürünleri:

Hazırlayan: Kemal Sönmez