Hz.İsa, kıyamet kopmadan önce tekrar yeryüzüne inecek mi?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Bir
mu’cize eseri, babasız olarak Hz. Meryem’den
yaratılan Hz. İsâ, dört büyük
peygamberden biridir. Otuz yaşına geldiğinde kendisine
peygamberlik verilmiş, üç sene sonra da Yahudîlerin
sûikastlarına maruz bırakılmadan Allah
tarafından gökyüzüne çıkarılmıştır.
Mesih ünvanıyla da anılır. Meshederek
hastalıkları iyileştirdiği, Hz. Zekeriya
kendisini meshettiği, yeryüzünü meshedeceği,
yani katedeceği gibi hususlar yüzünden bu ünvanın
verildiği belirtilir. Rivayetlere göre Hz. İsa,
âhirzamanda tekrar yeryüzüne inecek ve ümmet-i
Muhammed’den olacaktır.
Hz.
İsa’nın çarmıha gerilme iddiâsı
Günümüz
İncillerine baktığımızda bu konuda tutarlı,
üzerinde ittifak edilmiş bir görüş bulmak
mümkün değildir. İncil'e göre, Hz. İsa
meşrû ve haklı mücadelesinde bir kısım
engellerle karşılaşmış, halkı
kışkırtmakla suçlanmış ve Yahudîlerin
ısrarlı "Haça germe" teklifleri karşısında
Roma İmparatorluğunun Yehudiye bölgesinin 6. valisi
Platus (Filatos) tarafından haça gerilmiştir. Luka
İncili'nde, Platus'un, Yahudîlerin isteklerine boyun
eğdiği(1) ve Hz. İsa’yı, Yahudîlerin
yüksek dinî mahkemesi Sanhedrin tarafından idama
mahkûm ettirdiği kaydedilmiştir.
İncillere
göre, Hz. İsa'nın yerinin bilinmediği, ancak 12
Havarîden birisi olan Yehuda İskaryot'un 30 gümüş
gibi az bir para karşılığında onun yerini
bildirdiği, Allah'ın da ceza olarak onun sûretini Hz.
İsa'ya benzettiği anlatılır.(2)
Hıristiyanlarca,
Hz. İsa'nın âkıbeti ise ihtilâflıdır.
Onun çarmıha gerildiği ağırlıklı
görüş olmakla birlikte, çarmıha
gerilmediğini kabul eden Hıristiyanlar da vardır.
Cerinthi ve Tatianos mezhepleri gibi. Kur'an-ı Kerimi
İngilizceye çeviren George Sale, "Bazı
Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın çarmıha
gerilmeme fikrinin Hz. Muhammed tarafından îcad edildiğini
söylerlerse de, bu doğru değildir. Daha önceden
de Basilid, Cerinthi, Carpocrati gibi mezhepler bu görüşteydi.
Photius, Resûllerin Seyahatları adlı eserde şu
cümlenin yazılı olduğunu okumuştu: 'İsa
çarmıha gerilmedi, bir başkası onun yerine
çarmıha gerildi. Onun için onu çarmıha
gerenlere güldü."
Ekser Hıristiyanlar
ise, onun Platus zamanında çarmıha gerildiği,
sonra da diriltilip gökyüzüne çıkarıldığına
inanırlar. Onun yerini gösteren 12 Havarîden
İskaryot, sonradan hiyanetinden pişmanlık duymuş
ve kendini asmıştır. Hz. İsa'nın çarmıha
gerilmesi konusunda Hıristiyanlar üç gruba
ayrılmışlardır. Melkâiye denilen grup, Hz.
İsa’nın hem bedenen, hem de rûhen çarmıha
gerildiğini, fakat bu ölümün ruhuna doğrudan
değil de temasla ve hissen vâkî olduğuna
inanırlar. Yakubiye denilen diğer bir grup iki cevherden
meydana gelen cevher-i Mesih'in idam edildiğini, Nasurîler
denilen üçüncü grup ise bedenen öldürüldüğünü,
fakat ruhunun göklere yükseldiğini
söylerler.(3)
Kur’ân’da
Hz. İsa’nın sonu
Kısaca,
İncillerin ve Hıristiyanların Hz. İsa'nın
âkıbeti konusundaki görüşleri böyle.
Kur'an ise, bu konuda gâyet net ve kesin açıklamada
bulunmaktadır. Konuyla ilgili bazı âyetler şu
meâldedir:
"Yahudîler,
İsa'yı öldürmek için hile yaptılar.
Allah da onları kurdukları tuzağa düşürdü
ve İsa diye kendilerinden birini öldürttü. Allah,
hileyi hileyle cezalandıranların en hayırlısıdır.
"O
vakit Allah buyurdu ki: 'Ey İsa! Seni ecelin geldiğinde
öldürecek olan Benim. Seni Ben semaya yükselteceğim,
Yahudîlerin suikastından tertemiz kurtaracağım
ve sana uyanları Kıyamete kadar, seni inkâr edenlere
üstün kılacağım.'"(4)
Diğer
bir âyette ise, meseleye daha da açıklık
kazandırılmakta ve şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar,
İsa'yı inkâr etmeleri, Meryem'e pek büyük
bir iftirada bulunmaları ve 'Allah'ın Resûlü
Meryem oğlu Mesih İsa'yı biz öldürdük'
demeleri sebebiyle de lânete uğramışlardır.
Onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat başkası
ona benzetildi de onu öldürdüler. Muhakkak ki, bu
hususta ihtilâfa düşenler, İsa'yı öldürüp
öldürmedikleri hakkında şüphe içindedirler.
Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur; kapıldıkları
şey, ancak bir zan ve tahminden ibarettir.
"Hakikatte
ise, Allah, onu Kendi huzuruna yükseltti. Allah'ın kudreti
herkese gâliptir ve Onun her işi hikmet iledir."
(5)
Âyette,
açıkça Hz. İsa'nın asılmadığı,
ona benzetilen başka birinin öldürüldüğü
anlatılmaktadır. Âyeti tefsir eden âlimler, bu
hususu şöyle yorumlamışlardır: Yahudîler,
Hz. İsa'yı öldürmek maksadıyla yanına
girdiklerinde onu bulamadılar. Çünkü Cenab-ı
Hak, onu gökyüzüne çıkarmıştı.
Telaşlanan ve halkın karışmasından korkan
Yahudîler, bir kişi tutup onu Hz. İsa diye çarmıha
gerdiler. Halk çarmıha gerilen adamı ismen tanısa
da şahsen tanımamaktaydı.
Diğer bir görüşe
göre ise, Yahudîler, Hz. İsa'nın bir evde
bulunduğunu öğrenmiş, öldürmek
maksadıyla eve gitmişlerdi. Başlarındaki Yehuda,
Taytayus adında birini öldürmesi için içeri
gönderdi. Cenab-ı Hak ise, İsa Aleyhisselâmı
göğe kaldırmış, o adamı da İsa'ya
benzetmiş, Yahudîler de Hz. İsa diye onu
asmışlardı.
Bu rivayetlere ilave olarak,
Havarîlerden birinin münafıklık edip casusluk
yaptığı, Allah'ın da ceza olarak onu Hz. İsa'ya
benzettirip astıkları şeklinde bir rivayeti daha
bulunmaktadır.
Bu âyetler açıkça
göstermektedir ki, Hz. İsa'yı öldürme
teşebbüsüne geçen Yahudîler onu
öldürememiş, Cenab-ı Hak onların
tasallûtundan onu kurtarıp gökyüzüne
çıkarmıştır.
Hz.
İsa’nın yeryüzüne inişi
Ümmet-i
Muhammed (a.s.m.) birçok yönleriyle övülen bir
millettir. Kur’ân’da da, diğer İlâhî
kitaplarda da övülmüştür.
Hz. İsâ,
İncil’de, bu ümmetin övgü dolu sıfatlarını
gördüğünde, onlardan eylemesi için Allah’a
duâ etmiş, Allah da onun duâsını kabul
etmiştir. Günü geldiğinde müceddit olarak
yeryüzüne inmesi bunun içindir.(6)
Âlimler,
İsâ Aleyhisselâmın yeryüzüne inişinin
Kitap, Sünnet ve icma ile sabit olduğunu(7) ve bunun
mütevatir hadislere dayanan bir inanç meselesi haline
geldiğini, inkâr edenin küfrüne hükmedileceği
kanaatine varmışlardır.(8)
Şevkânî’ye
göre, İsâ Aleyhisselâmın yeryüzüne
ineceğini bildiren hadislerin toplamı 29’u bulmakta
ve tevatür derecesine ulaşmaktadır.(9) Sahih-i
Müslim’de de aynı kayıt vardır.(10) Şöyle
der:
“Beklenen
Mehdî, Deccal hakkında rivayet edilen hadisler olduğu
gibi Hz. İsa bin Meryem'in (a.s.) ineceği hakkındaki
hadisler de tevatür derecesine ulaşmıştır.”(11)
İbni
Kesir Tefsirinde, Zuhruf Sûresinin 61. âyetinde geçen
İsa Aleyhisselâmın Kıyamet alâmeti oluşu
hakikatini açıklarken, onun Kıyamet kopmadan önce
ineceğini bildiren rivayetlerin tevatür derecesine
geldiğini bildirmektedir. Şeyh Abdülfettah Ebû
Gudde de, Hz. İsa’nın yeryüzüne inip
Deccalı öldürüceğine dair rivayetlerin
tevatür derecesini bulduğunu belirtir.(12) Allame muhaddis
Kittânî’nin de Nazmü’l-Mütenâsır
isimli eserinde(13) aynı görüşleri savunduğu
görülür.
İbni Hacer’in
Fethu'l-Barî'sinde de, Hz. Mehdînin bu ümmetten
olacağı, Hz. İsa'nın (a.s.) onun arkasında
namaz kılacağıyla ilgili hadislerin mütevatir
oldukları kaydı da yer almaktadır.(14)
Sadeddin
Taftazanî de, Şerhu'l-Makasıd’ında, Hz.
İsa'nın inişiyle ilgili birçok sahih hadis
bulunduğunu ve bunların mütevatirü'l-mânâ
olduğunu kaydeder.(15)
Bir kısım âyet ve
hadislerde, Kıyamet alâmetlerinin anlatıldığını
görürüz. Bunlar hadis kitaplarında olsun, İslâm
âlimlerinin eserlerinde olsun, "Kıyamet
alâmetleri"
başlığı altında toplanmıştır.
Bu alâmetlerden biri de, Hz. İsa'nın yeryüzüne
inmesidir. Yani İsa Aleyhisselâm, Kıyamet kopmadan
önce yeryüzüne inecektir. Cenab-ı Hak, bir
âyetinde, "İsa'nın
inişi Kıyamet alâmetlerindendir"(16)
buyurarak bu hakikate işaret etmiştir. Resûl-i Ekrem
de (a.s.m.), birçok hadislerinde, Hz. İsa'nın
ineceğini bildirmişlerdir. Bunlardan bir kısmı
şöyledir:
"Sizler
on alâmeti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet
kopmaz. ... Biri de İsa Aleyhisselâmın inmesi..."(17)
"Hayatım
Kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın
adaletli bir hâkim olarak içinize inmesi
yakındır."(18)
Bilindiği
gibi, Hz. İsa, gökyüzünderi ve üçüncü
hayat tabakasında bulunmaktadır. Bizim gibi yiyip içmeye,
beşerî bir kısım ihtiyaçlara gerek
duymamakta, nuranî, yıldız misal, melek gibi bir
hayat sürmektedir. Peygamberimizin, “Hz.
İsa âhirzamanda gelecek, şeriat-ı Muhammediye
ile amel edecek”(19)
müjdesi gereğince yeryüzüne bir insan olarak
inecektir.
Mâdem hikmet-i İlâhiye onun
yeryüzüne inmesini gerekli görmektedir. Öyleyse
çok önemli bir kısım vazifeler yapmalıdır.
Bunların bir kısmını sıralayalım:
Hz.
İsa' nın Faaliyetleri
a.
Hz. Mehdî’ye tâbî olması
Hz.
İsâ geldiğinde islâm şeriatıyla amel
edecektir. "Eğer
İsa hayatta olsa, bana uymaktan başka birşey
yapmaz"(20)
buyuran Allah Resûlü, Müslim'de yer alan bir
hadislerinde de onun Sünnet-i Seniyyeye tâbi olacağını
açıkça belirtmektedir.(21)
İmam-ı
Nevevî, "Hz.
İsâ, ümmet-i Muhammed’e ayrı bir peygamber
olarak değil, şeriat-ı Mahmmediyeyi tatbik etmek için
gelecektir"(22)
der.
İmam-ı Rabbanî de (r.a.), Hz. İsa’nın
yeryüzüne inip peygamberlerin sonuncusu Resûlullah
Efendimizin (a.s.m.) şeriatına tâbi olacağını
söyler.(23)
Kadı İyaz ise, onun halkın
terk ettiği Şeriat hükümlerini ihya etmek için
ineceğinin sahih hadislerle sâbit olduğunu
belirtir.(24)
Bilindiği gibi Hz. Muhammed (a.s.m.)
hâtemülenbiyadır, yani son peygamberdir. Böyle
olunca Hz. İsa'nın yeni bir peygamber olarak değil,
ancak Resûl-i Ekreme ümmet olarak gelmesi ve Şeriat-ı
Muhammediyeye göre amel etmesi düşünülebilir.
Âlimler derler ki:
"Hz.
İsa, Şeriat-ı Muhammediyeyi tekrar ve tecdidle
görevlidir. İslâmla amel edecek tek peygamber, Hz.
İsa'dır. O, dinin hor ve hakir görüldüğü,
itildiği bir zamanda gelip âdil bir hâkim olarak
vazife yapacaktır. Yeryüzüne inmeden önce o günün
şartlarında İslâmla ilgili gerekli her türlü
bilgiyi öğrenmiş olarak gönderilecek ve
geldiğinde bunları tatbik edecektir."(25)
Tevatür
derecesinde olan Hz. İsa'nın Hz. Mehdî'nin arkasında
namaz kılması(26) tarzındaki hadisler de onun İslâma
tâbi olacağını göstermektedir. Bu konuda
birçok rivayet vardır. Bir kısmı şöyledir:
“Hz.
Mehdî imam olur, Hz. İsa da ona uyar.”(27)
Buharî
ve Müslim'deki diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle
buyurulur:
"İmamınızın
sizden olduğu bir anda Meryem oğlu İsa, yanınıza
inip namazda ona uyduğunda ne yaparsınız?"(28)
Ahmed'in
Cabir'den rivayet ettiği Müsned’de yer alan bir
hadis-i şerifte, Hz. İsa'ya, “İmamete
geç, ey Ruhullah”
diye namaz kıldırması teklif edilince, “Sizin
imamınız öne geçsin ve namaz kıldırsın”
diyeceği belirtilir.(29)
Konuyla ilgili rivayetlerden
birisinde de şöyle buyurulur:
“İsa
bin Meryem'in (a.s.) sabah şafağının attığı
bir sırada Beyt-i Makdis'e ineceği vakte kadar, bu ümmetin
içinde hak için çarpışan bir cemaat
muhakkak bulunacaktır. İsa bin Meryem (a.s.) Hz. Mehdî'nin
yanına iner. Kendisine, ‘Geç öne ey Allah'ın
peygamberi! Bize namaz kıldır!’ denilir. O da,
‘Hayır, Allahu Teâlanın bir ihsanı olarak
siz birbirinizin emiri kılınmışsınızdır’
der.”(30)
İbni
Mâce’de Ebû Ümame’nin rivayet ettiği
bir hadis-i şerifte ise imamlık Hz. İsa’ya
teklif edilince o, “Sen
geç, bu görev sana verildi”
der.
Konuyla ilgili diğer bir rivayet de şöyledir:
“Hz.
Mehdî, mü’minlerle beraber Beytü’l-Makdis’te
sabah namazı kılarken o sırada nüzûl eden
İsa’yı (a.s.) öne geçirecek ve Hz. İsa,
ellerini onun omuzlarına koyarak, ‘Namazın kàmeti
senin için getirilmiş, bu yüzden sen kıldır’
diyecek ve nihayet Hz. Mehdî, İsa (a.s.) ve mü’minlere
imam olarak namazı kıldıracaktır.”(31)
Fıkhü'l-Ekber
Aliyyü'l-Karî Şerhinde ise mesele biraç daha
netleştirilir:
"İsa
Aleyhisselâm, Mehdî (r.a.) ile buluşacak. Bu arada
namaz kılınacak. Mehdî namazı kıldırması
için İsa Aleyhisselâma işaret edecek, fakat
İsa Aleyhisselâm, 'Bu namaz senin için kılınıyor'
diyerek mazeret belirtecek ve 'Sen bu namazı kıldırmaya
benden daha lâyıksın' diyecek. İsa
Aleyhisselâmın Hz. Peygamberin şeriatına uyduğu
ortaya çıkması için Mehdî'ye uyacak,
böylece beraber namaz kılacaklardır."(32)
Hz.
İsa'nın namazda Hz. Mehdî'ye uyması şeklindeki
bütün bu rivayetler, onun İslâma tâbi
olacağını göstermektedir. Yani Hz. İsa yeni
bir dinle gelmeyecektir. Ayrıca Hıristiyanlıkla
İslâmiyetin ittifak edeceğine, hakikat-i Kur’âniyenin
metbûiyetine ve hâkimiyetine işaret
etmektedir.(33)
Hz. İsa’nın Şeriat-ı
Muhammediye ile amel etmesinin bir sırrı da şöyle
tecellî etmektedir: Âhirzamanda tabiat felsefesinden
kaynaklanan küfür cereyanı ve Allah’ı inkâr
fikrine karşı İsevîlik, hurafelerden arınıp
İslâmiyete dönüşecek ve İsevîliğin
şahs-ı mânevîsi vahy-i semavî kılıncıyla
o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini
öldürecektir. Yani Hz. İsa, İsevîliğin
şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin
şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı,
yani onun yaydığı Allah’ı inkâr
fikrini öldürecektir.(34)
b.
Hıristiyanlığı hürafelerden arındırması
Hz.
İsa'nın diğer önemli bir vazifesi de, az önce
kısaca temas ettiğimiz gibi Hıristiyanlığı
sonradan içerisine sokulan birkısım hurafelerden,
bilhassa teslisten arındırması, Tevhide
dönüştürmesidir. Çünkü çağın,
ilmin, insanî ve medenî duyguların bunca gelişmesi
karşısında insaf ve hakperestliği esas alan
insanlarca, Hıristiyanlığın eski haliyle ayakta
kalması mümkün değildir. Ya sönüp
gidecek, ya da asliyetine dönüşecek, hurafelerden
arınacaktır.
Bir kısım inkılâplardan
geçen Hıristiyanlık, önce Prutluğa, sonra
mutlak dalâlete düşerken, bir kısmı ise
Tevhide yaklaşmış, onunla teneffüs etmeye
başlamıştır. Birinci ve İkinci Cihan
Savaşlarından itibaren, bilhassa son yıllarda yeni
birkısım değişikliklere uğrayan
Hıristiyanlık teslisten Tevhide geçişin
sancılarını yaşamaktadır. Hıristiyan
bir grup tarafından çıkarılan ve sekiz milyon
insana hitap eden "Plain Truth" dergisi, teslisin
Hıristiyanlığa sonradan ilâve edildiğini
açıkça söyleyebiliyor. Nice rûhanî,
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğini kabul etmekte tereddüt
etmediklerini ifade edebiliyor. Vatikan gibi bir yerde bile Michael
Lelong isimli Müslümanlarla Münasebetler Bölümü
Başkanının bunu açık açık
belirtmesi, bu yolda büyük mesafe alınmış
olduğunu göstermiyor mu?
d.
Küfrü yok etmesi
Hz.
İsa küfre çetin bir savaş açar. Küfür,
kendisinde onun karşısında durabilecek tâkât
bulamaz. Rivayete göre, “onun
nefesini duyan her kâfir ölecek, nefesi de gözün
görebildiği mesafeye kadar ulaşacaktır.”(35)
Yani o, İslâmın hayat verici hakikatlerini bayrak
edindiği için, o müdellel hakikatler karşısında
hiçbir küfrî görüş dayanak noktası
bulamayacak, yıkılmak zorunda kalacaktır.
Hz.
İsa’nın küfrü yok etmesi demek, küfrün
temsilcisi olan Deccalı ve inançsızlığa
dayanan köhne sistemini ve şahs-ı mânevîsini
yerle bir etmesi demektir.
c.
Barışı sağlaması
Yeryüzünde
kırk yıl adaletli bir idareci olarak kalan Hz. İsa,(36)
barışı da hâkim kılacak,—barış
hâkim kılındığı için
de—kılıçları tırpan olarak
kullanacaktır.(37)
Evet, onun döneminde kılıçlar
kınına girecek, silah kullanmaya gerek kalmayacaktır.
İsa
Aleyhisselâm, yeryüzünde kaldığı süre
içerisinde, her türlü kötülüğün
kaynağı olan küfrü yok ederken, onun yerine bütün
güzelliklerin kaynağı olan îmanı
yerleştirecektir. Böylece îmanın gereği
olan adalet, eşitlik, bolluk, huzur ve saadet boy gösterecektir.
Rivayetlerde bu gerçeklere bir bir dikkat çekilir. O
geldiğinde "düşmanlıklar,
boğazlaşmalar, kıskançlaşmalar yok
olacak,"38
gerçek huzur ve saadet ortamı teşekkül edecek,
“Tek
bir secde dünya ve içindekilerden hayırlı
görülecek.”
(39)
Evet, o dönemde insanlar öylesine düzelecek,
îmanları öylesine kuvvetleşecek ve hayırlı
amellere öylesine koşacaklar ki, tek bir secdeyi dünya
ve içindeki herşeyden daha üstün
tutacaklar.(40)
Şu rivayet de o günki mânevî
atmosferi göstermesi bakımından oldukça
enteresandır:
"İsa
bin Meryem, ümmetim içinde bulunacak, adaletli bir hâkim
ve âdil bir imam olacak. Haçı kırıp
ezecek ve domuzu öldürecektir. Cizyeyi kaldıracak,
zekâta ise dokunmayacaktır. Artık ne koyun, keçi,
sığır sürüsü, ne de deve sürüsü
üzerine zekât memuru çalıştırılmayacaktır.
Düşmanlık ve kin kaldırılacaktır.
Zehirli olan her hayvanın zehri sökülüp
alınacaktır. Hattâ küçük oğlan
çocuğu, elini yılanın ağzına sokacak
da yılan ona zarar vermeyecektir. Küçük kız
çocuğu da arslanı kaçmaya zorlayacaktır
da arslan ona zarar vermeyecektir. Kurt, koyun-keçi sürüsü
içinde sürünün köpeği gibi olacaktır.
Kap suyla dolduğu gibi yeryüzü barışla
dolacaktır. Din birliği de olacak, artık Allah'tan
başkasına tapılmayacaktır. Savaş da
ağırlıklarını (silâh ve malzemelerini)
bırakacak."(41)
Müslim’de
yer alan bir rivayette de aynı şekilde onun, "domuzu
öldüreceği, haçı kıracağı,
cizyeyi kaldıracağı"(42)
belirtilmektedir.
Bu ve diğer rivayetlerde geçen
haçı kırma, Hz. İsa’nın, akla, ilme
ve hakikate ters hurafelerle aslı değiştirilen
Hıristiyanlığı bunlardan arındırıp
İslâmiyete dönüştüreceğine,
teslisten kurtaracağına işaret eder.
Cizyeyi
kaldırması ise, zamanında malın bollaşacağını
gösterir. O geldiğinde mal öylesine bollaşır
ki, cizye almaya bile gerek kalmaz. Bunu, Hıristiyanların,
İslâmı kabul edecekleri şeklinde yorumlayanlar
da vardır. Çünkü Müslüman olanlardan
cizye alınmaz.
Zehirli hayvanların zehirlerinin
alınması, kurtla kuzunun bir arada gezmesi gibi ifadeler
barış atmosferinin belirtileridir. “Savaş
da ağırlıklarını, yain silah ve
malzemelerini bırakacak”
ifadelerinde olduğu gibi.
d.
Deccalı öldürmesi
Hz.
İsa'nın en büyük muvaffakiyetlerinden biri ise,
Deccalı öldürmesidir. Hz. Mehdî’yle
birlikte bunu gerçekleştirecektir.
Deccal'ın
çıkışı, icraatı nasıl
dehşetliyse, öldürülmesi de o ölçüde
önemli ve sevindiricidir.
Rivayete göre Resûl-i
Ekrem (a.s.m.) Miraca çıktığında Hz.
İsa'yla görüşmüş; Deccal söz
konusu olmuş ve Hz. İsa şöyle demişti:
"Rabbim
bana Deccalın çıkacağını haber verdi.
Yanımda kadib ağacından yapılmış iki ok
bulunacak. Deccal onları görünce kurşunun erimesi
gibi eriyecektir."(43)
Bu
hakikati, Resûl-i Ekrem Efendimiz de (a.s.m.) şöyle
haber vermiştir:
"Allah'ın
düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa Aleyhisselâmı
görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa,
onu terk edip bıraksa bile helâk oluncaya kadar eriyip
gidecektir. Lâkin Allah, onu bizzat İsa Aleyhisselâmın
eliyle öldürür."(44)
Diğer
birkaç rivayet de şöyledir:
“İsa
(a.s.) gökten inecek, Deccalı öldürecek veya Hz.
Mehdî’nin Deccalı öldürmesine yardım
edecek.”(45)
“Mehdî,
İsa (a.s.) ile beraber çıkacak, Filistin
topraklarında Bab-ı Lüdd’e Deccalı
öldürecek, Mehdî’nin Deccalı öldürmesine
yardım edecektir."(46)
Acaba
bu hakîkat nasıl tecellî edecektir?
Önce
Deccal çıkar, kademe kademe plânladığı
sinsî icraatını yapmaya başlar. Istıraplı
bir dönem başlar. Son derece sıkıntılı
günler yaşanır.(47)
Evet, onun döneminde
mü'minler şiddetli sıkıntı ve açlık
çekerler. Afik Akabesine veya Şam'daki Duhan tepesine
sığınmak zorunda kalırlar. İşte böyle
bir zamanda Hz. İsa bir sabah namazı vakti gelir, Deccal
onu görünce kurşunun eridiği gibi
erir.(48)
Deccalın öldürüleceği yerin
Afik Akabesi olması da enteresandır. Hz. İsa burada
şeytanla mücadele etmiş, sonunda Cenab-ı Hakkın
yardımıyla gâlip gelmişti. Aynı yerde aynı
şekilde Deccalı mağlup edecektir.(49)
İsa
bin Meryem, iki eli iki meleğin omuzunda olarak Şam'ın
doğusundaki minareye inecektir. Nefesinin ulaştığı
her kâfir ölecektir. Deccalı da arayıp bulacak
ve Lüd* kapısında öldürecektir.(50)
İbni
Kesir'in belirttiğine göre Hz. İsa, hakkı temsil
etmektedir. Gün gelecek, onun sayesinde hak kuvvet bulacak ve
Deccalizmi mağlup edecektir. Hadiste Lüd kapısının
özellikle zikredilmesi İslâmın Yahudîlere
(Deccal da Yahudîdir) galebe çalacağını
göstermektedir. Çünkü Yahudîler en geniş
şekliyle Deccalizmi temsil etmektedirler ve Lüd onların
hâkimiyeti altında bulunmaktadır.(51)
Fitneyi
uyandırmak ve hâkimiyet kurmak maksadıyla dünyayı
dolaşan, bir kısım istidracî harikalar gösteren
Büyük Deccal, bütün bunlara rağmen Hz.
İsa’nın elinden kurtulamayacaktır.
Rivayetler,
ayakbastığı her yeri, uğradığı her
bölge insanını mânen bozup toplum hayatı
için birer felâket unsuru haline getiren Deccal ve
taraftarlarının dördüncü devrede artık
iş yapamaz hale geleceğini, durumunu muhafazaya
çalışacağını göstermektedir.
Onun hakkından Hz. İsa gelecektir. Evet, büyük
Deccalı, o öldürecektir.
Bu
nasıl gerçekleşecektir?
Bediüzzaman
Hazretlerinin belirttiğine göre bunun iki tevili vardır:
"Sihir
ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî harikalarıyla
kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden (büyüleyip
emri altına alan) o dehşetli Deccalı öldürebilecek,
mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve
mûcizatlı ve umumun makbûlü bir zât
olabilir ki; o zât, en ziyade alâkadar ve ekser
insanların peygamberi olan Hz. İsa Aleyhisselâmdır.
İkinci
vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâmın
kılıncı ile maktûl olan şahs-ı
Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyunluk
(maddecilik) ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı
manevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet
olan fikr-i küfrîsini mahvedecek, ancak İsevî
ruhanîleridir ki; o ruhanîler, din-i İsevînin
hakikatını hakikat-ı İslâmiye ile
mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek.
"(52)
Evet,
Hıristiyanlık dini üçlü bir Allah
inancından kurtulup tek bir Allah inancına yönelecek,
bir kısım hurafe ve saçmalıklardan arınacak,
İslâmiyete inkılâb edecek, Kur'ân'a
teslim olacak ve birlikte büyük bir kuvvet kazanarak
dinsizlik fikrini yok edeceklerdir.
Ancak herşey sebepler
tahtında yürüyecektir. Çünkü sebepler
dünyasında yaşıyoruz. Olup bitenlerin olağanüstü
olarak gerçekleşeceği beklenmemelidir. Resûl-i
Ekremin (a.s.m.) bile bütün işleri harika değildi.
Ara sıra ve ihtiyaç ânında mûcize
göstermekte, diğer zamanlarda nasıl davranmak
gerekiyorsa öyle davranmaktaydı. Yerine göre aç
kalıyor, yerine göre de sıkıntılara göğüs
geriyordu.
Hz. İsa'nın da bütün işlerinin
olağanüstü olmasını beklememeliyiz. Yeri
gelince elbet harikulâdelikler gösterecektir. Diğer
zamanlarda ise günün şartlarını dikkate
alacak, nerede, ne zaman ve nasıl davranılacaksa öyle
davranacaktır.
Deccal, dinsizliğin temsilcisi
olduğu, onun bir komitesi, sistemi, rejimi bulunduğu ve
bugün de bunun komünizm olarak tecellî ettiği
bilindiğine göre, Hz. İsa'nın en büyük
mücadelesinin dinsizlik, îmansızlığa ve
komünizme karşı olacağı
unutulmamalıdır.
Evet, Hz. İsa, dinsizliğin
kökünü kurutacak, fikriyâtını yok
edecektir. Bazı müfessirler, Nisa Sûresinde yer alan,
"Kitap
ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce
İsa'nın hak peygamber olduğuna îman etmesin"(53)
âyetine dayanarak Ehl-i Kitabın, Hz. İsa'ya
inanacaklarını belirtirler. Aliyyü'l-Karî, bu
âyeti izah ederken, Hz. İsa yeryüzüne indiğinde
bütün dünyanın tek bir İslâm milleti
haline geleceğini(54) belirtir. Mehmet Vehbi Efendi de Hz.
İsa'nın Deccal çıktığı zaman
gökyüzünden inip Deccalı öldüreceğini,
sonra da bütün milletlerin Hz. İsa'ya îman edip
dünyanın ehl-i İslâm olacağını
kaydeder.(55)
Âhirzamanda maddecilik ve tabiatçılığın
kuvvet bulup yaygınlaştığı, Allah'ı
inkâr edecek dereceye geldiği ve Deccal, bizzat bu
komitenin başına geçtiği bir zamanda Hz. İsa
vazifeye başlar. Allah'ı ve dini inkâr eden bu grubun
kuvvetli göründüğü bir anda Hz. İsa'nın
mânevî şahsiyetinden ibaret olan hakikî
Hıristiyanlık dini, ortaya çıkan bu dinsizliğe
karşı mücadele verir. Hz. Mehdî ile birleşerek
Deccalı öldürürler. Yani hürafelerden
arınmış Hıristiyanlıkla İslâm
ittifak ederek Deccalın fikr-i küfrîsini
öldürürler.
Bu durumu Bedîüzzaman
Said Nursî, bizzât kendi ifadeleriyle şöyle
anlatır:
"O
cereyan (dinsizlik cereyanı) pek kuvvetli göründüğü
bir zamanda, Hz. İsa Aleyhisselâmın şahsiyet-i
mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik
dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiye semasından
nüzul edecek; hal-i hazır Hıristiyanlık dini o
hakîkate karşı tasaffî edecek, hürafattan
ve tahrifattan sıyrılacak, hakàik-i İslâmiye
ile birleşecek; mânen Hıristiyanlık bir nevi
İslâmiyete inkılâb edecektir... Ve Kur'ân'a
iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi,
tâbi; ve İslâmiyet metbû (tâbi olunan)
makamında kalacak. Din-i hak bu iltihak neticesinde azîm
(büyük) bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına
karşı ayrı ayrı iken mağlûb olan
İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neticesinde,
dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında
iken, âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan
şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının
başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir
Kadîr-i Küll-i Şey'in va'dine istinad ederek haber
vermiştir. Mâdem haber vermiş, haktır; mâdem
Kadîr-i Küll-i Şey vaadetmiş, elbette
yapacaktır."(56)
Evet,
"Alem-i
insaniyette inkâr-ı ulûhiyet (Allah'ı inkâr)
niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü
zeber eden Deccal komitesini, Hz. İsa Aleyhisselâmın
din-i hakikîsini İslâmiyet hakikatıyla
birleştirmeğe çalışan hamiyetkâr ve
fedâkâr bir İsevî cemaati nâmı
altında ve ‘Müslüman İsevîleri’
ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini,
Hz. İsa Aleyhisselâmın riyaseti altında
öldürecek ve dağıtacak; beşeri inkâr-ı
ulûhiyetten kurtaracaktır."(57)
Asıl
mesele bir virüsle ölebilecek Deccalın şahsını
öldürmek değil, mesleğini, kurduğu dinsizlik
sistemini öldürebilmektir. Bu hususa da Şuâlar’da
şöyle açıklık getirilir:
“Hem
Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve
hükümetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı,
onun şahsıyla münasebattar rivayet edilmesi cihetiyle
mânâsı gizlenmiş. Meselâ: ‘O kadar
kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hz. İsa (a.s.) onu
öldürebilir, başka çare olamaz” rivayet
edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı
rejimini bozacak, öldürecek; ancak semavî ve halis
bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’âniyeye
iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hz. İsâ
Aleyhisselâmın nüzûlü ile o dinsiz meslek
mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir
nezle ile öldürülebilir.”(58)
Hz.
İsa, Deccalı öldürdükten sonra insanlar
ekseriyetle hak dine girecek, hak din bütün ağırlığıyla
varlığını hissettirecek, az önce geçen
âyette belirtilen gerçek kendini gösterecektir.
Bütün
bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, Hz.
İsa, icraatını şahs-ı mânevîye
dayanarak bir bir gerçekleştirmektedir. Dinsizliği
yaymaya çalışan Deccal ve komitesi, onun ve Hz.
Mehdînin karşısında bir buz gibi eridi ve
erimeye devam edecek.
Yetmiş sene dünyaya kan
kusturan, Rusya’nın bin yıllık mahsûlâtını
bir çırpıda yıkan, mukaddes namına tahrip
etmedik bir şey bırakmayan ateist rejim komünizmin
uğradığı sevindirici âkibet, bu
rivayetlerin bir nevi tasdiki, gözler önüne serilmesi
değil midir?
Evet, fıtrata, âdetullaha zıt
dinsizlik ölmek zorundaydı ve öldü. Rusya’nın
bizzât kendisi de bu hakikat karşısında fazla
direnemeyecektir. Çünkü, "İki dehşetli
Harb-i Umûmînin neticesinde beşerde hâsıl
olan bir intibah-ı kavî (kuvvetli uyanma) ve beşerin
uyanması cihetiyle kat'iyyen dinsiz bir millet yaşamaz, Rus
da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz.
Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve
hakîkata dayanan hüccet ve delile istinad eden ve aklı
ve kalbi ikna eden Kur'an ile bir müsalaha (barış
yapar) veya tâbî olabilir"(59) müjdesinin
gerçekleşmeye başladığını bugün
açık seçik görüyoruz..
e.
Yahudîleri öldürmesi
"Deccal,
beraberinde yetmiş bin Yahudî olduğu halde, gelecek.
Hepsi de süslü kılınç kuşanmış,
yeşil şallı olacaklardır. Deccal, İsa
Aleyhisselâma bakınca, tuzun suda eridiği gibi
eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. İsa
Aleyhisselâm da ona, 'Sana öyle bir darbem olacak ki, sen
bundan kurtulamayacaksın' diyecek ve Lüdd'ün doğu
kapısı yanında yetişip onu öldürecektir.
Allah, Yahudîleri de hezimete uğratacaktır. Artık
Allah'ın yarattığı yaratıklardan, arkasında
bir Yahudînin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı
hiçbirşey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın Müslüman
kulu! Gel, onu öldür' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç,
ne bir duvar, ne de bir hayvan kalacaktır. Yalnız, 'Garkad'
denilen ağaç müstesna. Bu, onların
ağaçlarındandır.
Konuşmayacaktır."(60)
Müslim'de
yer alan bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
"Müslümanlar
ile Yahudîler arasında çok kanlı bir muharebe
olmadıkça Kıyamet kopmaz. O muharebede Müslümanlar,
Yahudîleri tamamıyla kırıp öldürürler.
Hattâ (bu kırıp öldürme o dereceye varır
ki), bir Yahudî taş veya ağaç arkasına
saklansa, o taş veya ağaç, 'Ey Müslüman!
Ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki kişi bir Yahudîdir.
Gel, onu öldür' diyecek olmasın. Garkad ağacı
(büyük bir ağaç) müstesna. Çünkü
o Yahudî ağacı nevindendir."(61)
Dinsizlik
rejimi olan komünizmin darbe yemesi demek, tarih boyunca
yeryüzünü fesada veren; bozgunculuk ve
karıştırıcılığıyla tanınan
ve çağımızda da komünizmi dünyanın
başına musallat eden Yahudîlerin darbe yemesi demek
değil midir?
Kur'ân'da belirtildiği gibi,
yaptıkları şer ve tahribat sebebiyle Allah'ın
gazabına müstehak olan, zillet ve meskenat damgası
yiyen bu milletin çağımızdaki fesadları
geçmiş çağlardakileri topyekûn kusacak
boyutta olduğu için, İlâhî cezaya
da—sanıyoruz—o ölçüde müstehak
hale gelmişlerdir. Komünizmin iflasıyla
unutamayacakları bir darbe yiyen Yahudîlerin, müstehak
oldukları diğer cezaları ne zaman ve nasıl
çekeceklerini zaman gösterecek.
f.
Bolluk ve berekete vesile olması
Bir
hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz, “Mesih’ten
sonraki yaşayışa ne mutlu!” buyururlarken, bunun
sebebini de anlatırlar: O gün geldiğinde gök
yağmurlarını yağdırır, yer bitkilerini
bitirir. Öyle ki tohumu kaskatı bir taşın üstüne
dahi atsan bitirir."(62)
Bu
hadis-i şerif, Hz. Mehdî zamanında görülecek
bu bolluğun sonra da devam edeceğini göstermektedir.
Evet,
Hz. İsa’nın hâkimiyeti döneminin mazhar
olduğu güzelliklerden sadece birkaçı bunlar. Bu
güzelliklerden biri de bir rivayette belirtildiği gibi
malın bollaşmasıdır.(63) Hem de öylesine
bollaşacaktır ki, onu kabul edecek kimse
bulunmayacaktır.(64)
İnsanlar şükre
yöneldikleri için Allah da onlara bol bol vermektedir.
Diğer bir önemli sebep de savaşa harcanan paraların
halkın hizmetine sunulmasıdır. Ayrıca o dönemde
teknoloji geliştiği, tarım ve sanayide hamleler
gerçekleştirildiği için üretim kat kat
artacaktır.
Hz.
İsa geldi mi?
Bediüzzaman,
Hıristiyanlığın ya söneceğini, ya da
hurafelerden arınıp Tevhide dönüşececeğini,
İslâma terki silah edeceğini söyler.
Kanaati
ikinci şıkkın gerçekleşeceği
noktasındadır. Bunun gerçekleşmesi yolunda,
Hıristiyanlığın geçmişten bugüne
geçirdiği evreleri ise şöyle anlatır:
“Mükerreren
(tekrar tekrar) yırtıldı, purutluğa tâ
geldi, purutlukta görmedi ona salâh verecek.
“Perde
yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü.
Bir kısmı lâkin yakınlaştı Tevhide;
onda felâh görecek,
“Hazırlanır
şimdiden... Yırtılmaya başlıyor. Sönmezse
safvet bulup İslâma mal olacak.
“Bu bir sırr-ı
azîmdir, ona remz ve işaret: Fahr-i Resûl demişti:
‘İsa Şer’im (Şeriatim) ile amel edip
ümmetimden olacak.’”(65)
Yukarıda
bu hakikatin nasıl gerçekleştiğinin bir kısım
örneklerini vermiştik. Bediüzzaman eserlerinde bu
konuda oldukça örnekler verir. Bir eserinde, “Âhirzamanda
Hz. İsa’nın (a.s.) din-i hakikisi hükmedecek,
İslâmiyetle omuz omuza gelecek”(66)
der. Kur’ân, Asr-ı Saadette olduğu gibi, Ehl-i
Kitabı yalnız Allah’a ibadet etme, Ona ortak koşmama
gibi tek kelimede birleşmeye(67) davet etmekteydi. Bu âyet
asrımızda eskiye göre büyük ölçüde
tatbikat bulmaya başladı. Cehalet ve körü körüne
taklitçiliğin kırılıp yerini akıl,
ilim, insaf ve hakperestliğe bırakmaya başladığı
günümüzde, Hıristiyanlık dünyası
da artık Kur’ân’ın bu emrine kulak
vermeye başladılar.
Resûlullah, tâ Asr-ı
Saadetten bu günleri görüp, “Âhirzamanda
İsevîlerin hakiki dindarları ehl-i Kur’ân
ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan
zındıkaya karşı dayanacaklarını”(68)
bildirmişti. Konuyla ilgili hadis-i şeriflerden biri de
şöyle:
“İstikbalde
Rum ile emniyeti temin eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte
ikinize de muhalif olan bir düşmana karşı
savaşacaksınız.”(69)
İbni
Mâce’de yer alan bir hadiste ise, savaşlar
başgösterdiğinde Arap olmayanlardan atları cins
atların en kıymetlisi, silahları silahların en
iyisi olan bir ordunun İslâmı teyid edeceği
bildirilmektedir.(70) Bu ordu, âhirzamanın büyük
savaşları ânında, İslâma destek olan
harp teknolijisi yüksek Hıristiyan bir devletin ordusu
olamaz mı?
Nitekim Bediüzzaman, İkinci Cihan
Savaşı esnasında komunizmi temsil eden Rusya’ya
karşı mücadele veren, “Allah’a istinad
edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti
ve İslâmları himaye edeceğim” diyen
Almanya ve Bolşeviklere gâlibâne ve öldürücü
darbe vuran içerisindeki muharip gruptan sitayişle söz
etmiş, Hz. İsa’nın şahs-ı mânevîsinin
bir nevi temsilcisi olduğunu zikretmiştir.(71)
Yetmiş-seksen
yıldır ateizm adına hareket eden komünizmle ne
İslâm ülkeleri ve ne de Hıristiyan ülkeler
tek başlarına mukabele edebildiler. Onun için de
ittifak zaruret oldu. Nato, Cento gibi kuruluşlar da bunun
sonucunda doğdu.
Zaman bu zamandı. Bunu çok
iyi hisseden Bediüzzaman, ehl-i îmana da, dindar
ruhanîlere de bazı hakikatleri hatırlatma ihtiyacı
hissetmişti:
“Şimdi
ehl-i îman, değil Müslüman kardeşleriyle,
belki Hıristiyanın dindar rûhanîleriyle ittifak
etmek ve medar-ı ihtilâf meseleleri nazara almamak, niza
etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak
hücum ediyor.”(72)
“Şu
zamanda ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat değil yalnız
dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla
samimi ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakiki dindar
rûhanîleri ile dahi medar-ı ihtilâf noktaları,
muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek müşterek
düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı
ittifaka muhtaçtırlar.”(73)
Misyonerler,
Hıristiyan ruhânîleri ve Kur’ân
hizmetkârları çok dikkat etmeliydiler. Çünkü
Kuzeyden çıkan dinsizlik cereyanı, İslâmla
İsevîliğin hücumuna karşı kendini
müdafaa etmek için Müslümanlarla misyonerlerin
ittifakını bozmaya çalışıyordu. Bu
cereyan, İslâmın halkı kollaması, zekâtı
farz, fâizi haram kılması ve zulümden
sakındırması gibi esaslarını kullanarak
Müslümanları aldatıp onlara bir imtiyaz verip
kendi tarafına çekebilirdi.(74)
İkinci Cihan
Savaşının bir cephesinde dinsizlik rejimi komünizm
vardı. Bir tarafta da Hıristiyan devletleri. Bediüzzaman
bu yönüyle harbi değerlendirirken, “...
Çünkü bu cihan harbinde iki hükümet küre-i
arzın hâkimiyeti için mürafaa ve muhakeme
dâvâsında bulunmaları içinde iki muazzam
dinin musalaha ve sulh mahkemesine barışmak dâvâsı
açılarak ve dinsizliğin dehşetli cereyanı
da semavî dinlerle mücahede-i azîmesi (büyük
mücahedesi) başladı.”(75)
Durum
nazikti. Düşman ise büyük ve dehşetli.
İhtilâf edenler ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar az
kuvvetle alt edilebilirlerdi. “Deccalâne”
cereyan ise iş başındaydı. Buna karşı
Hıristiyanlarla Müslümanların ittifak içerisinde
olmaları gerekmekteydi. Şöyle diyordu Bediüzzaman:
“Ehemmiyetli
bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki: Bu geniş
boğuşmaların neticesinde eski Harb-i Umumîden
çıkan zarardan daha büyük bir zarar,
medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da Deccalâne
bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi
tesellîye medar; âlem-i İslâmın tam
intibahıyla Yeni Dünyanın, Hıristiyanın
hakiki dinini düstûr-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i
İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân’la
ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki
cereyana karşı semavî bir muâvenetle dayanıp
inşaallah galebe eder.”(76)
Bu
Deccalâne cereyan komünizmden başka birşey
değildi. Dünya kurulalıdan bu yana “Din
afyondur”
zırvasını esas alıp bütün dinlere,
mukaddeslere böylesine savaş açan ikinci bir sistem
görülmemişti. Nemrutlara, Firavunlara, Şeddatlara
taş çıkartan bu sistem, önüne geleni
yutarak gelişmiş, kuvvet bulmuş, dünyanın
önemli bir kısmını istilâ etmişti.
Böyle bir zamanda ne hak din mensupları olan Müslümanlar
ve ne de Hıristiyanlar tek başlarına karşı
koyabilecek güce sahip değillerdi. Müslüman-Hıristiyan
ittifakından başka yol olamazdı.
Eskiden
Hıristiyan devletleri İttihad-ı İslâma
taraftar değillerdi, fakat komünistlik ve anarşistlik
çıktığı için hem Amerika, hem de
Avrupa devletleri ittihad-ı İslâma da taraftar olmaya
mecburdular.(77) söyler.
İttihad-ı İslâmın
teşekkül etmesi demek ise Hz. Mehdî’nin şahs-ı
mânevîsinin üç önemli vazifesi îman,
hayat ve şeriatten ibaret olan üçüncüsü
vazifesinin gerçekleşmesi demekti. Çünkü
Hz. Mehdî’nin üçüncü vazifesi,
hilafet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma binâ
ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i
İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir
saltanat ve kuvvet ve milyonlara fedâkârlarla tatbik
edilebilirdi.(78)
13 Aralık 1992’de papalık
627 sayfalık bir kitap yayınladı. Bütün
kiliselere dağıtılan bu kitaptan sadece Fransa’da
200 bin adet satıldı. Kitapta Hıristiyanlık
İslâmiyet doğrultusunda yorumlanıyor. Fatiha
Sûresinin de yer aldığı bu kitapta şöyle
deniliyor:
“İnsanlar,
diğer insanların yaptıkları kànunlara
değil, İlâhî kanunlara itaat
etmelidirler.”
Tevhid
inancının tüttüğü eserde teslis ise
şöyle ele alınıyor:
“Teslis
akidesini tek Allah inancına göre izah etmek imkânı
kalmamıştır. Hazreti İsa, sadece Allah’ın
kendisine tebliğ ettiklerini nakleden bir peygamberdir.”
1967’den
bu yana papalık “Dinler
Arası Diyalog Konseyi Başkanı”
sıfatıyla Müslümanların Ramazan bayramlarını
tebrik ediyor. 1992 yılında yayınladığı
tebliğ şöyleydi:
“Aziz
Müslüman hemşireler ve kardeşler!
Sizlerin
oruç ve namaza bağlılığınıza
saygı duyan biz İsevîler, Allah’ın bir
nimeti olan barış ve huzura kavuşmak için
birlikte çalışmayı arzu ediyoruz.
Sizler
mü’min ve Müslümanlar olarak farz olan Ramazan
orucunu tutmanın verdiği yüksek duyguyla gâyet
iyi biliyor ve idrak ediyorsunuz ki, gerçek huzur ve barışın
temini Allah’tan gelen bir yardım ve nur olmadıkça
mümkün değildir. O Allah ki, huzur, saadet ve barışın
yegâne Rabbidir.
Cenab-ı Allah’a duâ
ederiz ki, bizlere Müslümanlar ve İsevîler
olarak karşılıklı yardımlaşma ve
diyalog ile huzur ve barışı temin etmek için
zorluklara dayanacak bir güç ve kuvvet ihsan
etsin.”
1996
yılında Dinlerarası Diyalog Papalık Danışma
Kurulu Başkanı Kardinal Francis Arinze ise, Ramazan Bayramı
münasebetiyle İslâm dünyasına yönelik
mesajında, hem Müslümanların bayramlarını
tebrik ediyor, hem de Müslümanlar ile Hıristiyanlar
arasındaki ilişkilerin geliştirmesi, birbirlerine
tahammülden öte daha ileri ve derin bir seviyeye varması
gerektiğinden söz ediyordu. Papa Jean Paul’ün
“Biz
Hıristiyan ve Müslümanlar, genellikle birbirimizi
yanlış anlamış ve geçmişte bazan
birbirimize karşı gelmiş ve hatta polemik ve
savaşlarla kendimizi tüketmişizdir”
şeklindeki sözlerini nakleden Arinze, “Hafızalarımızı
geçmişin olumsuz kalıntılarından kurtarma
ve istikbale bakma vakti gelmiştir. Kim diğerini üzmüşse,
buna pişman olarak af dilemelidir. Karşılıklı
olarak birbirimizi affetmeliyiz”
diyordu.(79)
Hz. İsa icraatını perdeler
arkasında yürütüyor sanki. Demek ki gelmiş.
Tabii ki imtihan sırrı gereği herkes onu tanıyamıyor.
Onu ancak ona çok yakın olanlar
tanıyabilecek.
Dipnotlar
---------------------------------------------------------
1.
Luka İncili, 23.
2. Matta, 26:14-16.
3. Elmalılı,
Hak Dini Kur'an Dili, 3:1517-1518.
4. Al-i İmran Sûresi,
54-55.
5. Nisa Sûresi, 157-158.
6. Hz. İsa (a.s.)
Peygamber Efendimiz (sav)’e ümmet olmak için
inecektir. Hakiki İncil’de Muhammed aleyhissalatü
vesselamın üstünlüklerini gören Hz. İsa,
onun ümmetinden olmak için dua etmiş, Allah duasını
kabul buyurmuş. (bk. Canan, İbrahim, Kütüb-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, 1996, 14/74; Herkese Lazım
Olan İman, Ebü’l-Baha Ziyaeddin Mevlana Halid b.
Ahmed Halid-i Bağdadi, 1242/1827 ; Trc: Kemahlı Feyzullah
Efendi, 6. bsk., İstanbul, 1989)
7. Said Havva, A.g.e.,
9:336.
8. A.g.e., s. 420.
9. İbni Mâce, 10:338.
10.
Müslim, 2:58.
11. Sıddık Hasan Han, es-Seyyid
Muhammed Sıddık el-Kannucî, el-İzaa (Kahire:
1407/1986), s. 114; Said Havva, A.g.e., 9:335-336, 446.
12. Said
Havva, A.g.e., 9:445.
13. Kittânî, A.g.e., s. 147.
14.
İbni Mâce, 10:338.
15. et-Teftazanî, Mes’ûd
bin Ömer bin Abdillah, Şerhu'l-Makasıd (İstanbul:
1277), Hatime: 8; 2:307.
16. Zuhruf Sûresi, 61.
17.
Müslim, Kitabü'l-Fiten: 39.
18. Buharî, Büyû:
102; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-İman:
242; Ebû Davud, Melahim: 14.
19. Buharî, Mezalim: 31;
Büyu’: 102; Müslim, Îman: 242-243; İbni
Mâce, Fiten: 33.
20. Müsned, 3:387; el-Fıkhü'l-Ekber
Aliyyü'l-Karî Şerhi Terc., s. 284.
21. Müslim,
Kitabü'l-Fiten: 34.
22. el-Heytemî, A.g.e., s. 68.
23.
İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, 2:1309.
24.
İbni Mâce, 10:338.
25. Şârânî,
Muhtasaru Tezkiretü'l-Kurtubî Terc., s. 500.
26. Said
Havva, A.g.e., 9:338.
27. Sahih-i Buharî Terc. 1:83 (H.
1406, 5:208); el-Fethu’l-Kebîr, 2:143.
28. Buharî,
Kitabü'l-Enbiya (Babü nüzûl-i İsâ):
60, 4:324; Müslim, 2:56.
29. İbni Hacer, el-Feth,
6:491.
30. Müslim, Îman: 247; Suyûtî,
Celaleddin Abdurrahman, el-Havî li’l-Fetâvâ,
I-II (Beyrut: 1983), 2:83.
31. el-Heytemî, A.g.e., s.
64.
32. el-Fıkhu'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhi
Terc., s. 284.
33. Şuâlar, s. 507.
34. Nursî,
Mektûbât, s. 13.
35. İbni Mâce, 10:323.
36.
Müsned, 2: 437; 6:75.
37. Müsned, 2:482-483.
38.
Müslim, Kitabü'l-İman: 243.
39. Buharî, Büyû:
102; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-İman:
242; Ebû Davud, Melahim: 14.
40. Canan, A.g.e., (İstanbul,
1996), 14:73.
41. Müsned, 2:437; Muh. Tezkiretü'l-Kurtubî,
s. 498.
42. Müslim, Kitabü'l-İman: 243.
43.
Abdullah bin Mes'ûd, Tefsîru İbni Mes'ûd, s.
243.
44. Müslim, Kitabü'l-Fiten: 34.
45. Kittânî,
A.g.e., s. 145.
46. Kitabü’l-Bürhan, s. 105.
47.
Müsned, 6:125, 435; Müslim, Fiten: 110.
48. Müsned,
3:368; 4:216-217.
49. Sarıtoprak, A.g.e., s. 128.* Lüd,
Kudüs'e 68 km uzaklıkta on beş bin nüfuslu bir
kasabadır.
50. Müslim, Fiten: 110; Tirmizî, Fiten:
59, 62; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:66;
6:455-456.
51. İbni Kesir, Nihayetü'l-Bidaye, 1:158.
52.
Nursî, Şuâlar, s. 506-507.
53. Nisa Sûresi,
61.
54. el-Fıkhu'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhi
Terc., s. 284.
55. Mehmet Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, 3-4:
1109.
56. Mektûbât, s. 54.
57. Nursî,
Mektûbât, s. 413.
58. Nursî, Şuâlar,
s. 581.
59. Nursî, Emirdağ Lâhikası,
2:71.
60. İbni Mace, Fiten: 33.
61. Müslim,
Kitabü'l-Fiten: 82.
62. el-Münavî, Feyzü’l-Kadîr,
4:275.
63. Müslim, Kitabü'l-İman: 243.
64.
Tirmizî, 4:93; İbni Mâce, 10:340.
65. Nursî,
Sözler, s. 723.
66. Nursî, Kastamonu Lahikası, s.
111.
67. Âl-i İmran Sûresi, 64.
68. Nursî,
İhlas Risaleleri, s. 24.
69. Tac Tercümesi, H. 960; İbni
Mâce, H. 4089.
70. İbni Mâce, H. 4090.
71.
Nursî, Kastamonu Lâhikası, 53-54.
72. Nursî,
Emirdağ Lâhikası, 1:206.
73. Nursî, İhlas
Risaleleri, s. 24; Lem’alar, s. 151.
74. Nursî,
Emirdağ Lâhikası, s. 159.
75. Nursî, Sikke-i
Tasdik-i Gaybî, s. 191.
76. Nursî, Emirdağ
Lâhikası, 1:53.
77. A.g.e., 2:54.
78. Nursî,
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 11.
79. 17 Şubat 1996, Yeni
Asya.
Selam ve dua ile...Sorularla İslamiyet