Allaha Kul Olmak ve Salih Amel

Kur’an-ı Kerim, canlı cansız her varlığın Allah ile kulluk ilişkisi içerisinde olduğunu, fıtrî ve derûnî bir bağ ile Allah’a yöneldiğini haber vermektedir. Göklerde ve yerde olan her şey, kendi varlık tarzına ve ifade biçimine göre Allah’ı anmakta, O’na boyun eğerek secde etmekte, O’nu övgü ile anıp yüceltmekte, dua ve ibadetle O’na yakınlaşmaya çalışmaktadır. Nitekim Hac Suresi’nin 18. ayet-i kerimesinde Yüce Allah bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: “Görmedin mi, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedirler.”[1]

Yüce Yaratıcı’yı bulma ve O’na yönelme arzu ve ihtiyacı ile insanı yaratan Yüce Allah, ”Hayatı ve ölümü kimin daha güzel işler yapacağını sınamak için yarattığını ” ifade etmiştir.[2] Nitekim O, insanın yalnızca iman etmesinin kurtuluş için yeterli olmayacağına işaret ederek şöyle buyurmuştur: “İnsanlar sadece ‘inandık’ demeleriyle bırakılacaklarını ve imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar.”[3] Bu anlamda Rabbimiz Kur’an’da imandan söz ederken devamlı olarak ameli, yani güzel, iyi ve yararlı davranışları zikredip kendisine ibadet edilmesini istemektedir. Hz. Peygamber’e “sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et”[4] buyuran Yüce Allah, böylece inananlardan ibadetlerini ömür boyu ve sürekli olarak yapmaları gerektiğine işaret etmiştir.

Ancak hal böyle iken, Rabbimize karşı kulluğumuzda zaman zaman zafiyete düşmekte, O’na karşı sorumluluğumuzu unutmakta, üzerimizdeki hakkı olan ibadetleri ihmal etmekteyiz. Öyle ki, namazı yaşlanınca kılma, emekli olunca hacca gitme ve bütün ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra infak etme gibi yanlış düşünceler, ibadet hayatımızı sınırlandırmakta ve belli zamanlara hapsetmektedir.

Allah’a kulluk ve bağlılık, O’nu anma ve yüceltme, O’na yakınlaşma, rızasına kavuşma niyet ve arzusu ile gerçekleştirilen her türlü söz, düşünce ve eylem ibadet kapsamına girmektedir. Bu çerçevede ibadet hayatın her anını ve her alanını kuşatan bir kulluk göstergesidir. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerin yanında ana-babaya, akrabaya, komşuya, yoksula ve yetime karşı sorumluluklarımız, hastaya, yaşlıya, engelliye karşı ilgilerimiz, beden ve çevreye karşı duyarlılığımız hayatımızın her anını kuşatan ibadetlerdir. Aynı şekilde güzel sözümüz, gülen yüzümüz, selamlarımız, hak ve hukuka riayetimiz, alın terimiz, helal kazancımız hatta haram ve günahlardan kaçışımız kısacası Allah rızasını elde etmek için zamana, mekâna ve kişiye indirgemeden yedi gün yirmi dört saat boyunca yapıp ettiklerimiz, sözlerimiz ve düşüncelerimiz hep ibadettir. Mü’minlerin hayata yönelik bu bakış açısı Kur’an’da şöyle özetlenmiştir: “De ki: Namazım, her türlü ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah içindir.”[5]

Yine bir hadis-i şerifte: “Hepiniz her gün her bir eklemi karşılığında bir sadaka (borcu) bulunarak sabahlar. Sonra kişinin kıldığı her namaz kendisi için bir sadaka olur. Tuttuğu her oruç bir sadaka, her tesbih ve tekbiri bir sadaka olur. Karşılaştığı bir kimseye selam vermesi bir sadaka olur. İyiliğe çağırması bir sadaka, kötülükten sakındırması bir sadaka, eziyet veren bir engeli yoldan kaldırması da bir sadaka olur.”[6]

İslâm’ın nezafetine dahil olmak, karanlıklardan kurtulmak sâlih amel işlemekle mümkündür. Kur’an-ı kerim’de doksana yakın Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ; “İman edip, sâlih amel işleyenler” şeklinde buyurarak “İman” ile “Sâlih amel işlemeyi” bir arada zikretmiş, sâlih amel işleyenlere mükâfatlarını sonsuzca ihsan ve ikram ettiğini beyan etmiştir.

İman edip, sâlih amel işleyenlere gelince; Allah onlara mükâfatlarını tam olarak verecektir.” (Âl-i imrân: 57)

Sâlih ameller; iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işlerdir. Amel-i sâlih’in sahası çok geniştir. Bunların başında farz ibadetler gelir. Namaz, oruç, zekât, temizlik, cihad, duâ, zikrullah, Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için yapılan her davranış Amel-i sâlih’in bölümlerini teşkil etmektedir. Yol üstünde duran bir taşı kaldırmak bile Amel-i sâlih’tir, mümine sevap kazandırır.

İslâm’da bir iyiliğin ve sâlih amelin geçerli olması ve sevap kazandırması için, bu ameli işleyenlerin imanlı olması şarttır.

Allah-u Teâlâ dünya ve ahireti insan için, insanı da kendisini tanımaları ve ibadet etmeleri için yaratmıştır.

İbadet; tevâzu göstermek, itaat etmek, boyun eğmek, sımsıkı yapışmak, sarılmak, hiçbir surette bırakmamak mânâsına gelir. İbadet bir kulun kendisini Rabb’ine bağlaması, zikriyle fikriyle O’nda bulunması, O’nda yaşaması, kulluğunun gerektirdiği bütün vazifelerini yapması demektir. Kulluk en geniş mânâsı ile Allah-u Teâlâ’nın her takdirine rızâ göstermek ve teslim olmaktır.

İbadet; Allah-u Teâlâ’yı en büyük tâzim ve sevgi ile anmak, yüceltmek, O’na yaklaşmak için bir takım merasimler ifâ etmek demek, buyruklarını yerine getirmektir. Yaratılışımızın gayesi de budur.

Ne ki emrediyorsa seve seve yapmak; ne ki yasak ediyorsa onu yapmaktan sakınmak, kaçınmaktır.

Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime’sinde:

Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruyor. (Zâriyat: 56)

İşte hatırlatılması gereken ulvî vazife budur. Cin ve insan cinsinin yaratılmasının hikmeti; Allah-u Teâlâ'yı tanıyıp O'na ibadet ve kulluk etmek, emir ve yasaklardan mükellef tutulan şeyleri eksiksiz yerine getirmektir.

Dünya hayatı bugündür ve insanlar yarın Hakk'ın huzurunda hesaba çekileceklerdir. Kalanla giden arasında bir gün fark vardır. İşte geldik, işte gidiyoruz. Bugün üstteyiz, yarın alttayız. Bugün yataktayız, yarın topraktayız. Bu akşam burada, yarın akşam oradayız. Vaktimiz gelince hep gideceğiz de sıra bekliyoruz. Çünkü her gelecek yakındır.

Gidiyoruz, kalacak bir fert yok. Lâkin, bir saadet-i ebediye var, bir de felâket-i ebediye var. Saadet-i ebediye dururken, niçin felâket-i ebediyeye gidelim?

Orada “Eyvah! demememiz için dünyaya niçin geldiğimizi, nereye gideceğimizi, niçin yaratıldığımızı ve ne yapmamızın gerektiğini şimdiden düşünmeliyiz. Kazanabilirsek ebedî bir hayat kazanılmış olacak.

Allah-u Teâlâ, şeytanın insanlığın babası Âdem Aleyhisselâm'a olan düşmanlığını, onu yasak meyveden yedirerek nasıl aldattığını, yalan yere yemin ederek ve hile ile Rabb'ine karşı nasıl muhalefet ettirdiğini, neticede cennetten çıkarılmaya sebep olduğunu, Âdemoğulları'na kıyamete kadar süren bir harp ilân ettiğini, Kur'an-ı kerim'inde açıkça haber vermiştir.

Kullarına karşı çok şefkatli, çok merhametli olduğundan şeytanın düşmanlığından korumak ve sakındırmak için şöyle buyuruyor:

"Ey Âdemoğulları! Ben size: 'Şeytana ibadet etmeyin, o sizin apaçık bir düşmanınızdır. Ve bana kulluk edin, bu dosdoğru yoldur.' diye emretmedim mi?" (Yâsin: 60-61)

Demek ki şeytan, kendini müdafaadan âciz bir mümine âmirlik sıfatı takınarak ve fâsit fikirlerini onun gönlüne düşürerek Allah-u Teâlâ'ya itaattan alıkoymak hususlarını kendisi için mühim bir vazife edinmiş ve tesirini de müşâhede etmiştir.

Kendisini şeytana teslim eden kişi ona ibadet ediyor demektir.

Akıllı insan, hayır görse bile düşmanından bir şey kabul etmez. Çünkü onun tuzağından emin olunmaz.

"Şeytan şüphesiz ki sizin amansız bir düşmanınızdır, siz de onu düşman tutun. O kendi taraftarlarını çılgın alevli cehennem halkından olmaya çağırır." (Fâtır: 6)

Binaenaleyh bu ilâhî emre uyarak, şeytana daha şiddetli düşmanlık yapmak, aldatmak istediği hudutlarda onu yalanlamak, muhalefet etmek gerekiyor.

Şeytan cehenneme çağıran bir simsar ve tellâldır.

Onun bundan başka gaye ve maksadı yoktur. Akıllı kimsenin, onun bu çağrısına uyması yakışmaz.

İçki ve kumar; insanların arasını açmak, insanları Allah yolundan ve ibadetten alıkoymak için, şeytanın en önem verdiği tuzaklardandır.

"Andolsun ki o sizden bir çok nesilleri kandırıp saptırmıştır." (Yâsin: 62)

Bu yüzden de başlarına ne türlü felâketler gelmiştir. Bu felâketler ve azapların haberleri her tarafa yayılmış ve asırlar boyu izleri devam edegelmiştir.

Şeytan sizden pek çok cemaatleri saptırmasına rağmen nasıl olur da ona tapar ve emrine boyun eğersiniz. Bu cemaatler onun saptırması sonucu doğru yoldan ayrılmışlardır.

"Hâlâ akıl erdirmiyor musunuz?" (Yâsin: 62)

Sizin aklınız yok mu ki, hâlâ şeytanın peşinden gitmektesiniz!

Daha sonra Allah-u Teâlâ onları bekleyen azabı kendilerine müjdeledi:

"İşte bu size vaad edilen cehennemdir." (Yâsin: 63)

Elçilerin sizleri sakındırdığı, sizlerin ise yalanlayıp durduğunuz cehennem budur.

"İnkârınızdan dolayı bugün girin oraya!" (Yâsin: 64)

İnkârda ısrarınızdan dolayı, onun pek acıklı ve yakıcı azabını tadın, o ebedi azaba yaslanarak yanıp yakılın.

"Onlara öğüt ver ve içlerine tesir edecek güzel sözler söyle." (Nisâ: 63)

Kalplerinin içine ulaşacak şekilde etkili sözlerle onlara nasihat et.

"İnanan kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler."(İsrâ: 53)

Sözün en tatlısını tercih etsinler ve daima güzel konuşsunlar.

"Sonra şeytan onların aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır." (İsrâ: 53)

Onların iyilik ve mutluluğunu hiçbir zaman istemez, Hakk'tan ve hakikatten uzaklaşmalarını, mahvolmalarını ister.

Sen vazifeni yap. Belki senin delâletinle bir kişiye hidâyet bahşeder de, o kişi zandan vehimden kurtulur. Bilmiyor, bilse yapacak. Madem ki Hazret-i Allah sana bildirmiş, sen de bildir. Bu nimetin şükrünü böylece edâ et. Hizmetin kârı budur.

"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'de dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmış ve:

"Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın!" buyurmuştur. (Fâtır: 5)

Ukbayı bırakıp dünyaya meyletmek, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarılmak demektir. Hakk ve hakikati unutup dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.

Dünya, ahireti kazanmak için bir vasıtadır, gaye değildir. Dünyanın cazip güzelliklerinin, gelip geçici tat ve lezzetlerinin insanı Allah yolundan alıkoymaması ve ahireti unutturmaması gerekir.

Çoğu zaman yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan ahiret hayatı mukayese edilirse, ehemmiyet derecesi kendiliğinden ortaya çıkar.

Hadis-i şerif'te;

"Dünya, ahiretin tarlasıdır." buyuruluyor. (Münâvî)

Ektiğini biçeceksin, ahirette hiçbir şey yok. Ahirete buradan götürdüğün bir şey varsa, orada o var, başka hiçbir şey yok.

Lâkin bir ahiret tarlası olduğu için, rızâ-i Bârî'ye vesile olduğu için çok muhteremdir, çok mükerremdir. Dünya sayesinde ahiret kazanılır. Bu gaye için kullanıldığı zaman insana bir gemi olur, suyun üstünde yüzdürür. Gayesi haricinde kullanılırsa cehennemin dibine indirir.

Çalışma; kendisini ve ailesini kimseye muhtaç etmemek, müminlere faydalı olmak, ahiret saâdet ve selâmetini kazanmak içindir. Dünya geçimi, ahireti kazanmaya bir yol ve yardımcıdır.

Niyet ahiret gayesi olmalıdır, ahiret işlerini rahatlıkla ve kolaylıkla yapmak için olmalıdır.

Saadet-i ebediyyeyi kazanmak maksadıyla gayretlerini Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına uygun olarak sarfedenler her iki dünyalarını da kurtarmış olurlar.

Âyet-i kerime'de:

"Şüphesiz insan için kendi çalışmasından başkası yoktur ve çalışması ileride görülecektir." buyuruluyor. (Necm: 39-40)

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'de dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmış ve:

"Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın!" buyurmuştur.(Fâtır: 5)

Ukbayı bırakıp dünyaya meyletmek, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarılmak demektir. Hakk ve hakikati unutup dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.

Dünya, ahireti kazanmak için bir vasıtadır, gaye değildir. Dünyanın cazip güzelliklerinin, gelip geçici tat ve lezzetlerinin insanı Allah yolundan alıkoymaması ve ahireti unutturmaması gerekir.

Çoğu zaman yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan ahiret hayatı mukayese edilirse, ehemmiyet derecesi kendiliğinden ortaya çıkar.

Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir.

Dünyayı ahirete tercih etmek; kâfirin küfründeki, münafığın nifakındaki, âsinin mâsiyetindeki gizli hastalığını gösteren bir işarettir. Onların bütün gayretleri dünya lezzetlerini elde etmek içindir. Dünyanın süsü, eğlence ve lezzetleri gözlerini kör etmiş, basiretlerini örtmüştür. Allah-u Teâlâ'ya kavuşmayı aslâ akıllarına getirmezler. Ahiret yerine dünya hayatına râzı olurlar, geçici olanı ebedî olana tercih ederler.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır. Ahiret yurdu ise Allah'tan korkanlar için elbette daha hayırlıdır.

Düşünmüyor musunuz?" (En'âm: 32)

Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.

Âyet-i kerime'de:

"Dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir." buyuruluyor. (Âl-i imrân: 185)

Dünya lezzetlerinin mubahlarının suali, haramlarının ise cezası vardır. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Dünyanın helâli hesap, haramı ise azaptır." buyurmuşlardır. (Beyhakî)

Onun için aldanmaya gelmez.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan kifayet fevkinde (ihtiyacından fazlasını) alan kimse, şuursuzca kendini helâk etmiş olur." (C. Sağir)

Yine bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Haberiniz olsun ki dünya melundur, içindekiler de melundur. Ancak Allah-u Teâlâ'yı zikretmek ve O'nun rızâsına uygun şeylerle, bilen ve öğreten müstesnâdır." (Tirmizî)

Diğer insanlar da ekim yapıyor amma, onlar dünyanın melun kısmına dalmışlar, hayatlarını hiçe müncer etmişler.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Senin için ahiret, dünyadan daha hayırlıdır." (Duhâ: 4)

İşte bu hayat-ı hakikinin semeresidir. Nefsin ölümünden sonra yepyeni bir hayat başlar.

Bu tebliğ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i için olduğu gibi ümmet-i muhteremesine de bir tebliğdir. İnsanlar hayâlâta dalmak için değil, hakikati bulmak ve ahireti kazanmak için gönderilmişlerdir.

Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Dünyayı tercih edenler, dünyaya meyledenler, dünyaya rağbet edenler hak ve hakikatten uzaklaşmış olanlardır.

Âyet-i kerime'de:

"Onlar dünya hayatını ahirete tercih ettiler." buyuruluyor. (Nahl: 107)

Dünyaya rağbet eden, onu sevendir. Dünyalık edinmek ve sürekli olarak daha fazlasını istemek, dünyaya rağbet etmenin alâmetidir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb'ı ile birlikte pazar yerinde dolaşırken bir oğlak ölüsüne rastladı. Kulağından tutarak:

"Hanginiz bunu bir dirhem mukabilinde almak ister?" diye sordu.

Ashâb:

"Bundan daha az paraya bile olsa almayız. O bizim ne işimize yarar ki?" dediler.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"Parasız verilse ister misiniz?" buyurdu.

"Vallahi, esasen bu diri olsa bile, kulaksız olduğundan dolayı kusurludur, ölü iken ne yapalım?" dediler.

Bunun üzerine buyurdular ki:

"Vallahi, bu sizce nasıl kıymetsiz ve değersiz ise, Allah'a göre de dünya bundan daha değersizdir." (Müslim)

Cenâb-ı Hakk, Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Size verilen her şey dünya hayatının bir geçimliği ve ziynetidir. Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Kasas: 60)

Bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve halkın başına yük olmayandır." buyuruyorlar. (Camiü's-sağir)

Dünya gerçekten muvakkat bir zaman içindir, günleri mahduttur, itimada şayan değildir, geçicidir, gönül bağlamaya değmez. Lâkin ebedî bir hayatın ekim tarlası olduğu için çok kıymetlidir, çok muhteremdir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Dünya ahiretin tarlasıdır." buyururlar. (Münâvî)

Eğer insan gönderiliş sebebini lâyık-ı veçhile bilirse, gece-gündüz o tarlayı ekmek için çalışır. Böylece hem dünya saadetine hem ahiret selâmetine nail olur, hem de kendisini cehennem azabından muhafaza etmiş olur.

Güzel bir hayat geçirmek ve fazla nimetlenmek için daha fazla kazanç sağlamak mübahtır.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Sâlih bir insan için helâl mal ne güzeldir." (Ahmed bin Hanbel)

"Takvâ ve tâat için mal ve servet, müminlere ne güzel bir yardımcıdır." (Münâvî)

"Bir senelik hayatına yeterli olan azık insanın diyânetine ne güzel bir yardımcıdır." (Münâvî)

"Bir insan bir işte bulunup rızıklanıyorsa, o işe devam etmelidir." (Camiü's-sağir)

İslâm'a karşı veya İslâm'ın haram kıldığı işler de haramdır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz faizi ve içkiyi yasaklarken; imal eden, taşıyan, hizmet eden, yazan ve şahidlik eden kimseleri de lânetlemiştir.

Hadis-i şerif'te "Allah-u Teâlâ bir şeyi haram kılınca onun bedelini de haram kılar." buyurulmaktadır. (Ebu Dâvud)

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Dünyayı ahirete tercih eden kimseyi Hakk Teâlâ üç şeye mübtela kılar. Birisi üzüntü, gam ve ıstıraptır ki ebediyyen kendisinden ayrılmaz. İkincisi kalp fakirliğidir ki, o kimsenin dünya ihtiyaçları tükenmez. Üçüncüsü, hırs ve tamahtır ki, kendisi hayat boyunca doymak bilmez."

Ahirete inanan bir kimse için; "Neresine güveniyorsunuz bu dünyanın!" diyorum. Ama ahirete inanmayan yapacağını yapacak ve gideceği yere gidecek. Cennet-i alâ'da hak, cehennem de hak...

Diğer bir Hadis-i şerif'te ise

"Dünyadan sakınınız. Çünkü dünya Harut ve Marut'tan daha fazla büyüleyicidir." buyruluyor.(Tirmizî)

Zavallı insan bir hayalâthane dünya için ebediyatını kaybediyor.

Yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Dünya için çalışmakta hırs göstermeyiniz. Herkes dünyada kendine ne takdir edilmişse ona kavuşur." buyuruyorlar. (İbn-i Mâce)

Tûli emeli bırakmak lâzım. Çünkü senin değil, dünyanın bile ömrü azaldı.

"Para, dirhem, ipek ve kadife kulu olan kimseler yüzüstü düşsünler, kahrolsunlar." (Buhâri: 1218)

İnsanın kaydığı en çok iki yer vardır; kadın ve dünya muhabbeti...

Bir başka Hadis-i şerif'te yine şöyle buyuruluyor:

"Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelecek nimetler varken, seni azdıracak şeyleri istiyorsun.

Ey Ademoğlu! Ne aza kanaat ediyorsun, ne de çoğa doyuyorsun." (Beyhâki - C. Sağir)

Mal, dost, ahbap kabre kadar gider, amel seninle gider.

Cenâb-ı Fahr-i Kaînat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Ben Havz'ın başına sizden önce varacağım. Onun genişliği Eyle ile Cuhfe arası gibidir. Sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Fakat ben sizin dünya hakkında yarışa girişeceğinizden ve birbirinizle çarpışıp sizden öncekilerin helâk olduğu gibi helâk olacağınızdan korkuyorum." (Müslim: 2296)

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî)

İnsanın kabirdeki bu yaşayışı dünyadan alâkasını kestiği andan itibaren başlar.

Bahçeye düşersen saadet, çukura düşersen felâket. Onun için insanın hazırlanması lâzım.

"Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Çünkü Allah onların ne yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer: 70)

Size dünyayı terk edin demiyorum. Yalnız dünya için çalışırken ebedi hayatın saadetini de ihmal etmeyin. Çünkü dünya malı dünyada kalacak. Önümüzde öyle büyük fırtınalar varki hiçbir şey kalmayacak. Biz hazır olalım. İmanla göçmek için çareler arayalım. Onun için cihat yolunda bulunalım. O'nun yolunda olalım, O'nun yolunda ölelim.

Hazret-i Allah'ın, Resulullah'ın ve onun varislerinin getirdiklerinin, bıraktıklarının emanet olduğunu bilelim; azmayalım, şaşmayalım!

Hazret-i Enes -radiyallahu anh-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar:

Allah ve Resûl'ünü, her şeyden ve herkesten daha çok sevmek,

Bir kulu sırf Allah rızası için sevmek,

Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak." (Buhârî)

İmandan sonra küfre, nifaka düşme tehlikesi olduğunu bu Hadis-i şerif'ten de anlayabilirsiniz.

Bu devirde bu tehlike bir afat halini almıştır. Kurtulmak adeta imkânsız hale gelmiştir.

Allah'ımız bizleri hidayetine erdirdiği, imanla süslediği, İslâm ile ziynetlendirdiği kullarından yapsın.

Bize hayât-ı hakikiyi lütuf buyursun ve hakikati duyursun. İnşaallah-u Teâlâ.

•••

Selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına.”
(Necm:59)

Selâm olsun hidâyete tâbi olanlara.”
(Tâhâ: 47)

Dip Notlar

[1] Hac 22/18.
[2] Mülk, 2.
[3] Ankebut, 2.
[4] Hicr 15/99.
[5] En’am 6/ 162.
[6] Ebû Davûd, Tatavvu 12.